Yükleniyor, lütfen bekleyiniz.

Fuat Sezgin Anısına İslam’da Medeniyet Bilimleri Tarihi Sempozyumu Gerçekleştirildi

23.12.2019
Fuat Sezgin Anısına İslam’da Medeniyet Bilimleri Tarihi Sempozyumu Gerçekleştirildi
Geçtiğimiz yıl vefat eden Prof. Dr. Fuat Sezgin’in anısını yaşatmak ve bilimsel mirasına ev sahipliği yapmak maksadıyla düzenlenen İslam’da Medeniyet Bilimleri Tarihi Sempozyumu, 20-21 Aralık tarihlerinde Başakşehir Yerleşkemizde gerçekleştirildi.

Geçtiğimiz yıl vefat eden Prof. Dr. Fuat Sezgin’in anısını yaşatmak ve bilimsel mirasına ev sahipliği yapmak maksadıyla düzenlenen İslam’da Medeniyet Bilimleri Tarihi Sempozyumu, 20-21 Aralık tarihlerinde Başakşehir Yerleşkemizde gerçekleştirildi. Sempozyumda İslam medeniyetinin sosyal ve beşeri bilimlere yaptığı kıymetli katkılara dikkat çekildi. İslam’da Medeniyet Bilimleri Tarihi Sempozyumu’nda, 2 gün boyunca 4 ayrı salonda gerçekleştirilen açılış ve kapanış konferans oturumları dahil 27 farklı oturumda, ülkemizden ve dünyanın dört bir yanından 100’ü aşkın akademisyen tebliğ sundu.

Fuat Sezgin’in Amacı Geri Kalmışlık Paradigmasını Yıkmaktı; Bunu Başardı”

Sempozyumun açılışında konuşan Rektörümüz Prof. Dr. Recep Şentürk, 2019 Fuat Sezgin Yılı kapsamında yapılan yüzlerce etkinliğe dikkat çekerek, ülkemizin, yetiştirdiği ilim adamlarını takdir ettiğini fakat bu etkinliklerin çoğunun bilim-teknik alanında olmakla birlikte medeniyetimizin sosyal bilimler alanındaki katkılarının gözardı edildiğinin altını çizdi. Sempozyumun bu eksikliği bertaraf edeceğini vurgulayan Prof. Şentürk, medeniyetimizin ihyasının ancak söz konusu katkıları ve İslam medeniyetinin ilimler tasnifi tekrar tedavüle sokmakla mümkün olacağını, İslam medeniyetinin eleştirildiği şekilde bir duraklama yahut gerileme döneminin olmadığının, bu katkılar tekrar gündeme getirilmek suretiyle net bir şekilde görülebileceğini kaydetti. “Eğitim sistemimiz bugün bile ilkokuldan itibaren çocuklarımıza Müslümanların ilimde-teknikte (neden) geri kaldığını öğretiyor. Fuat Sezgin’in amacı işte bu geri kalmışlık paradigmasını yıkmak idi. Bunu başardı. Eğitim anlayışımızı mevcut hakim paradigmaları yıkarak yeniden kurmalı ve çocuklarımıza özgüven aşılamalı, onların geçmiş birikimimizle gurur duymalarını sağlamalıyız” sözleriyle konuşmasına devam eden Prof. Şentürk, katılımcılara ve katkı verenlere teşekkür ederek konuşmasını sonlandırdı.

Müslümanlar İlimler Tarihindeki Muazzam Yerlerini Bilmedikleri veya Yanlış Bildikleri İçin…”

İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak da açılışta yaptığı konuşmada Fuat Sezgin’in Türk-İslam medeniyetinin bir zirve olduğunu dünyaya gösterdiğini, onun bilimsel tavrının genç akadmisyenlere örnek teşkil etmesi gerektiğini belirtti. Prof. Ak, 2019 Fuat Sezgin Yılı kapsamında ülke genelinde 800’ü aşkın etkinlik yapıldığı bilgisini de paylaştı. Prof. Dr. Fuat Sezgin İslam Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Mecit Çetinkaya ise konuşmasında Fuat Sezgin ve eşi Ursula Elisabeth Sezgin’in hayatlarından ve vakfın faaliyetlerinden kısaca bahsederek, merhum Fuat Sezgin’in “Müslümanlar ilimler tarihindeki muazzam yerlerini bilmedikleri veya yanlış bildikleri için, Avrupalılar karşısında büyük bir aşağılık duygusu içindeler. Benim amacım; onlara atalarının ilimler tarihindeki muazzam yerlerini göstermek ve öğretmektir.” şeklindeki sözleriyle konuşmasını tamamladı.

limlerin Hayatla İrtibatını Kavramamız Lazım”

Sempozyumun açılış konferansı Prof. Dr. Tahsin Görgün tarafından gerçekleştirildi. Medeniyet bilimleri kavramının sistematik bir analizini yaptığı “Medeniyet ve Bilim” başlıklı konuşmasında Prof. Görgün özetle şunları söyledi: “Hem eğitim sistemimizde hem bilim tarihi alanında yaptığımız çalışmalarda en önemli problemimiz pozitivizm ve Batı-merkezcilik… Mevcut pozitivist anlayış bize şunu söyler gibidir: ‘Neyin doğru olduğuna güç karar verir.’ Dolayısıyla onlar için hakikat keşfedilen değil, icat edilen bir olgudur. Bizim ise İslam medeniyetinin hakikat anlayışını yeniden ilim âlemine bir imkan olarak sunmamız lazım. Bugün karşılaştığımız sorunlar, varoluşumuzu tahakkuk ettirirken, bu sürecin doğası gereği karşılaştığımız sorunlar. Bu sorunların çözümleri ‘ilimler’i oluşturuyor. İlimler, bir medeniyetin karşılaştıkları problemleri çözmek için geliştirdikleri makul yollardır. Neyin problem olduğunu kavrayabilmek, hem meşgul olduğumuz ilmin tarihine hem de daha önemlisi bu ilimlerin hayatla irtibatına nüfuz edebilmek lazım. İlimlerin hayatla irtibatını kavrayamadan, eğitim sistemimizi yeni bir bakış açısıyla şekillendirmemiz imkansız gözüküyor.” İbn Haldun’un toplumu mürettep ve muntazam bir yapı olarak tarif ettiğini hatırlatan Prof. Görgün, sözlerine özetle şöyle devam etti: “Eğer toplumlar, söz konusu tertip ve intizamlarının kayda değer olduğu yönünde bir düşünceye sahipler ve bunun gereğini yerine getiriyorlarsa, toplum medeniyete yükselme yolunda adım atıyor demektir. Bunun bir kademe yükseğinde ise, toplumların, tertip ve intizamlarını sadece kaydetmekle kalmayıp, kayıtların nasıl tutulacağına/tutulması gerektiğine dair meselelerin çözümlerini de gösterdiklerini görüyoruz. İslam toplumu söz konusu olduğunda, Müslümanların kayıt tuttuklarını, epistemik bilgi açısından güvenilirliği sağladıklarını ve eleştirel bir şekilde geliştirmek için ‘usûl’ ilimlerini tedavüle soktuklarını görüyoruz. Yani Müslümanlar öyle bir hayat yaşıyorlar ki, bu hayatlarının her aşamasıyla değerli olduğunun farkındalar ve tüm boyutlarıyla kaydetmişler. Zaten medeniliğin/medeniyetin ön şartı, kendi varlığının ve hayat düzeninin kıymeti noktasında şüpheye yer bırakmayacak bir kanaat sahibi olunması… Böyle bir kanaate sahip değilseniz, medeniyetiniz de yoktur ve ancak kendi dışınızdakilerle aranızda bir yakınlık kesbederek, onlara öykünerek varlığınızı devam ettirebilirsiniz.” Her medeniyetin, karşılaştıkları problemleri çözerken farklı ‘makul yollar’ geliştirebileceklerinin altını çizen Prof. Görgün, “hiç bir medeniyetin kendi geliştirdiği ilmi, diğer medeniyetler için ‘tek gerçek çözüm’ diye sunması düşünülemez. Aynı şey, bir medeniyete mensup milletler için de geçerli… Örneğin mevcut üniversite sistemlerine baktığımızda, İngilizlerin farklı, Fransızların ayrı, Almanların ayrı, ABD’lilerin ayrı üniversite sistemleri olduğunu görüyoruz.” sözleriyle konuşmasını sürdürdü. Türk orta ve yüksek öğretim sisteminde “sözel”, “sayısal”, “eşit ağırlık”, “sosyal bilimler”, “sayısal ya da teknik bilimler” gibi ayrımlar olduğunu hatırlatan konuşmacı, neden böyle diye sorduğumuzda ise mantıklı, makul bir cevap alamadığımızı sözlerine ekledi. Ardından Fuat Sezgin’in çalışmalarının örnekliği üzerinden konuyu daha da temellendirdi.

Dine Yaklaşımdaki Tavır ve Tarz Farklılıkları, İslami İlimleri Zenginleştirdi”

Prof. Dr. Tahsin Görgün’ün açılış konferansının ardından oturumlara geçildi. Fıkıh Tarihi’nin konuşulduğu ilk oturumun yöneticiliğini 29 Mayıs Üniversitesi’nden Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez üstlendi. Oturumda İslami İlimler Fakültesi Dekanımız Prof. Dr. Bilal Aybakan, “Fıkhın Teşekkülü”; İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mürteza Bedir, “Fıkıh Usulü’nün Doğuşu ve Gelişimi”; Marmara Üniversitesi’nden İmam Rabbani Çelik, “Osmanlı Usul-i Fıkıh Geleneği” ve İstanbul Üniversitesi’nden Doç. Dr. Süleyman Kaya, “Vakıf Özelinde Osmanlı Dönemi Fıkhı” başlıklı tebliğlerini sundular. Prof. Bilal Aybakan, fıkhın, birey ve toplum hayatının Allah’ın iradesine göre tanzim edilmesi için ortaya çıkan bir ilim dalı olduğunu hatırlatarak başladığı konuşmasına, fıkıh tarihini (1) Teşekkül Dönemi, (2) Klasik Dönem, (3) Modern Dönem olarak dönemlendirebileceğimizi kaydetti. İslami ilimlerin teşekkülünün ilk vahyin inmesiyle başlatılabileceğini, bu dönemin h. 350’lere kadara uzanan bir zaman dilimini kapsadığını ifade eden Prof. Aybakan, dine yaklaşım noktasında sahabenin arasında bir tavır ve tarz farklılığının olduğunu, aynı şekilde Hulefâ-yi Râşidîn döneminde dine bakışla Emeviler döneminde dine bakış arasında da benzer bir tavır ve tarz farklılığı görülebileceğini kaydederek; bu dönemde ictihad yönüyle temayüz etmiş şahısların Sünnet’i anlama noktasında nasıl farklı anlayışları olduğunu çeşitli örneklerle açıkladı. H. 1. asırda olan bitenin çok azının kayda geçirilmesinde Arap dilinin yeterli olgunluğa ulaşmamasının da payı olduğunu zikreden konuşmacı, söz konusu tavır ve tarz farklılıklarının İslami ilimlerin gelişmesi ve zenginleşmesine de katkı sağladığını ifade etti.

Sinema, Okulsuz Doğan ve Ustasız Büyüyen Bir Olgu”

“İletişim Tarihi”nin konuşulduğu oturumun yöneticiliğini Medya ve İletişim Bölümü öğretim üyemiz Doç. Dr. Mehmet Emin Babacan üstlendi. Oturumda Medya ve İletişim Bölümü öğretim üyemiz Dr. Hakkı Öcal, “İslam’da İletişim Tarihi ve Hukuku” başlıklı tebliğini sunarken; Marmara Üniversitesi öğretim üyeleri Doç. Dr. Hediyetullah Aydeniz, “Türkiye’nin Medya ve İletişim Tarihini Yendien Okumak: Tarihsel ve Kuramsal Birikim Üzerine Bir Değerlendirme” ve Dr. Yusuf Ziya Gökçek, “Türkiye’de Sinema Akademisinin Doğuşu ve Literatürde Yeni Eğilimler” başlıklı tebliğlerini sundular. Bu oturuma mazereti sebebiyle katılamayan Marmara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Cengiz Anık’ın “İletişim Eylemi ve Medya Aygıtları Ekseninde İletişim Bilimi” tebliğini ise, aynı üniversiteden Ali Kerem İngeç sundu. “Sinema, okulsuz doğan ve çoğu zaman el yordamıyla ilerleyen ve ustasız büyüyen bir olgu… İlkin ticari bir ağın icadı olan sinemanın anlamı, hikayesi daha sonra sinema olgusu içeriğine dahil oluyor.” sözleriyle sunumuna başlayan Dr. Yusuf Ziya Gökçek, sinemayı 20. yy’ın uçakla birlikte iki önemli icadından biri gördüğünü, her ikisinin de zaman-mekan bağlamını ve büüyük mekan algısını parçalama işlevi gördüğünü belirtti. Osmanlı’nın ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Osmanlı bakiyesi aydınların sinemaya nesilleri terbiye aracı olarak yaklaştıklarını hatırlatan Dr. Gökçek, dönem içerisinde çeşitli sivil oluşumlar bünyesinde oluşturulan sinema merkezlerinde, bu oluşumların kendi dünya görüşlerine uygun tarzda filmler üretildiğini örnekler üzerinden hatırlattı. 19702lerle birlikte sinema alanında ilk akademik kurumlara ve haliyle Türk sineması üzerine yapılan yoğun bilimsel yayınlara da atıf yapan konuşmacı, bu anlamda sinema alanında çıkan dergilerin önemli bir işlev yüklendiğini söyledi. Türkiye Sinema Akademisi ve Sinematek gibi oluşumlara da değinen Gökçek, bu oluşumların genel itibariyle yargılamalar üzerine kurulan bir zeminde üretimlerini gerçekleştirdiklerinin ve örneğin Yeşilçam olgusunu anlamaktan ziyade modern ölçütlerle değerlendirme gibi bir maluliyetleri olduğunun altını çizdi. “Tarihin Tarihi” oturumlarının ilkinin yönetimini üstlenen İstanbul Üniversitesi Rektörü Mahmut Ak, aynı zamanda “Kuruluş Devri Osmanlı Tarihçiliğinde Bir Gelenek: Tevârîh-i Âl-i Osmân Tarzı Eserler” konulu bir tebliğ de sundu. Bu oturumda Sakarya Üniversitesi’nden Prof. Dr. Haşim Şahin, “Selçuklu Tarihi Kaynağı Olarak Selçuk-Nâmeler”; İstanbul Üniversitesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Halil İbrahim Hançabay, “Tarihin Tarihi Bağlamında Erken Dönem İslâm Tarihine Metodolojik Bir Yaklaşım”; İstanbul Üniversitesi’nden İsmail Emre Pamuk, “Tarih ve Siyaset: Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Mehâsinü’l-Âdâb’ı Üzerine Bazı Gözlemler” ve Uluslararası Malezya İslam Üniversitesi’nden Dr. Elmira Akhmetova, “The Formation of History as a Discipline during Early Islamic History” konulu tebliğlerini sundular.

II. Meşrutiyet; Tamir, Tadilat-ı Cedide, Islah, İhya Gibi Kavramlarla Sıklıkla Karşılaştığımız Bir Dönem

“Medeniyet Araştırmaları Tarihi” oturumunda ise Prof. Dr. Bilal Aybakan yöneticiliği üstlenirken; İbn Haldun Üniversitesi Medeniyetler İttifakı Enstitüsü (MEDİT) öğretim üyesi Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç, “Dünya Görüşünün Medeniyet Bilimleri Tarihindeki Yeri”; MEDİT Müdürü Dr. Vahdettin Işık, “İkinci Meşrutiyet Dönemi Osmanlı Düşüncesinde İctimai Usul-i Fıkıh ve Usul-i Fıkıh Etrafında Yapılan Tartışmalar”; Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Suat Çelikkol ve Fatıma Aksakal, “Mukaddime ve Medinetu’l-Fadıla Eserleri Işığında İbn Haldun ve Fârâbî’nin Medeniyet Tasavvurları” başlıklı birer tebliğ sundular. Prof. Alparslan Açıkgenç, söz konusu oturumda dünya görüşünün bilimsel aletlerdeki işlevi ve ilimler tarihindeki yeri üzerine bir sunum yaptı. Dünya görüşünün âlem tasavvuru demek olmadığının altını çizen konuşmacı, bilakis âlem tasavvurunun dünya görüşünün bir parçası olduğu değerlendirmesinde bulundu. İslam medeniyetinde ilkin dünya görüşünün teşekkülünün görüldüğünü, sonra problemlerle karşı karşıya kalındıkça muazzam bir bilgi üretiminini gerçekleştiğini, ardından da bu ilimlerin sınıflandırıldığını ifade eden ve İslam dünya görüşünün, bilgi faaliyetlerini başlatma ve hız verme gibi bir rolü olduğunu da belirten Prof. Açıkgenç, böylece tüm boyutlarıyla büyük bir medeniyet ortaya çıktığıını söyledi. Dr. Vahdettin Işık da sunduğu tebliğde II. Meşrutiyet’in bugün bile fikrî ve siyasi hayatımızı şekillendiren bir döneme tekabül ettiğini, daha öncesinde milletler sisteminde gelişmişlik bakımından kendini üst bir konumda görme özgüvenine sahip İslam dünyasının, Tanzimat ve Meşrutiyet’le tereddütlerle dolu bir geri çekilişe sahne olduğunu hatırlattı. “Tamir, tadilat-ı cedide, ıslah, ihya gibi kavramlarla sıklıkla karşılaştığımız bir dönemden bahsediyoruz” diyen Işık, 20. yy ile birlikte örneğin Ziya Gökalp gibi âlim ve aydınlarımızda Batı ilim anlayışı ve hayat tasavvuruna ciddi bir rağbetin görüldüğünü de sözlerine ekledi. Buna karşılık Elmalılı Hamdi Efendi, İzmirli İsmail Hakkı ve Said Halim Paşa gibi zevatta temsiliyetini bulan İslamcı ana akımın, İslam ictihad birikiminin yeni problemlere çözüm bulmakta yeterli olduğunu düşündüklerini belirtti. Söz konusu dönemde yürütülen tartışmaları, Osmanlı ilmî aktörleri arasındaki bir statü değişikliğine de bağlayabileceğimizi kaydeden konuşmacı, çeşitli detaylar vererek sunumunu temellendirdi. “İletişim Tarihi” üst başlıklı oturumların ikincisinde ise, Dr. Hakkı Öcal’ın moderatörlüğünde, Medya ve İletişim Bölümümüz araştırma görevlileri Osman Doğan, “Yeni Zelanda Saldırısının Dijital Ayak İzleri: Twitter Örneği”, Ali Kıvrak ise “Televanjeli̇zm: Televi̇zyonun Di̇nî Hayat Üzeri̇ndeki̇ Dönüştürücü Etkileri” başlıklı birer tebliğ sunarken, yine Üniversitemizden Nowazes Ali Khan, “Türk Tarihinde Kurtuluş Efsanelerinin Film Senaryosu Olarak İşlenmesi: Kürşad İhtilali Örneği” konusunda bir tebliğ sundu. “Tarihin Tarihi” oturumlarının ikincisinde, moderatörlüğü yapan İbn Haldun Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Ramazan Aras, “Rethinking on the Histories of Anthropological Thought: Contributions of al-Biruni and Ibn Battuta”; İstanbul Üniversitesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Cumhur Ersin Adıgüzel, “Bilimler Tarihine Endülüs’ten Bakmak: İbn Cülcül ve Sâid el-Endelüsî’nin Eserlerinde Bilimler Tarihi ve Müslüman Bilginlerin Yaptıkları Katkılar” ve Prof. Dr. Bogdan Ataullah Kopanski, “Conservation and Continuity of the Muslim Historiography in the Age of Paper Revolution: Islamic Historia Sacra Versus Profanum Christianitstis , 7 Th -8 Th Century Ce/1 St -2 Nd Century H.” konulu tebliğlerini sundular.

Metotla Bilgi Edinme Arasında Mutlak Bir İlişki Var”

“Felsefe Tarihi” üst başlıklı oturumun yönetimini üstlenen Akdeniz Üniversitesi’nden Prof. Dr. Kemal Sözen, “İslam Meşşai Felsefe Geleneğinde Metodik İlkeler ve Değeri”; Hitit Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mevlüt Uyanık, “İslam Felsefesi ve İlim Tasnifleri Tarihi”; İstanbul Üniversitesi’nden Doç. Dr. Veysel Kaya, “Erken Dönem Mutezile Kelâmının Aristotelesçi Felsefe ile İlişkisi” ve Dr. Yasin Apaydın, “Osmanlı Düşüncesini Es’ile Kitaplarında Aramak: Kara Seydî-i Hamîdî ve Es’ile Literatürüne Katkısı”; Marmara Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mehmet Bulğen, “Klasik Dönem Kelâmında Bilim ve Felsefe: Kelâmın Dakîk ve Latîf Konuları Ekseninde Bir Değerlendirme” ve Ürdün Üniversitesi’nden Dr. Majeda Omar “Ibn Rushd’s Inquiry into Truth” konulu tebliğlerini sundular. Prof. Kemal Sözen, sunumunda metotun bilgi edimi sürecindeki önemini açıklayarak, bilgi edinmede metodik ilkeleri belli başlıklar dahilinde inceledi. Prof. Sözen, özellikle Kindî, İbn Rüşd ve diğer Meşşai filozoflardan hareketle, Meşşai felsefe geleneğinde takip edilen metodik ilkeleri şöyle sıraladı: (1) Ulaşılmak istenen gayeyi belirleme (2) Geçmişin bilgi birikiminden yararlanma (3) Bilimsel açıdan taassuptan uzak durma (4) Tenkit ve değerlendirmeleri objektif ölçülere göre yapma (5) Her bilim dalında, o bilim dalına özgü yöntemleri kullanma (6) Bilimleri belli bir sıralamaya göre tahsil etme… Meşşai filozofların hakikat nereden gelirse gelsin onu aldıklarını, İslami düşünce içinde değerlendirdiklerini ve yeni bir felsefi üretimle düşünce binasına eklediklerini kaydetti. Metotla bilgi edinme arasındaki mutlak ilişkinin altını çizen konuşmacı, Meşşai filozofların bu anlamda bugün de güncelliğini koruyan çıkarımlarda bulunduklarını, örneğin bilimlerin hangi sıraya göre öğrenilmesi gerektiğine yönelik tavsiyelerinin bugün de hayatiyetini sürdürdüğünü ifade etti.

Tasavvufun Batı’ya İntikali 15. yy’a Dayanıyor”

“Tasavvuf Tarihi”nin ele alındığı oturumun yönetimini İslami İlimler Fakültemiz öğretim üyesi Dr. Ahmet Murat Özel üstlendi. Bu oturumda Osnabruck Üniversitesi’nden Prof. Dr. Merdan Güneş, “History of Tasawwuf”; Felsefe Bölümümüz öğretim üyesi Dr. Selman Dilek, “Tasavvuf Metafiziğinin Gölgesinde Ramon Llull’un Varlık Düşüncesi”; Marmara Üniversitesi’nden Merve Sağan, “Hicrî İlk Beş Asırda Dinî İlimlerin Gelişimi ve Tasavvuf” ve Trakya Üniversitesi’nden Doç. Dr. Nurullah Koltaş, “Doğu İrfanının Amerika’daki İzdüşümleri: : New England Transandalistleri ve Tasavvufî Şiir” başlıklı birer tebliğ sundu. Programda yer almasına rağmen Dr. Qayyim Naoki Yamamoto mazereti sebebiyle bu oturuma katılamadı. “İslam tasavvufunun Batı’ya intikali konuşulurken genellikle 19 ve 20. yy.lara odaklanıldığını, fakat bu sürecin çok daha gerilere dayandığını belirten Doç. Nurullah Koltaş, örneğin 15. yy’da Martin Luther’in de bir önsöz yazdığı Georgius de Hungaria’nın kitabında iki Yunus Emre şiirine yer verdiğini hatırlattı. Dünya tarihindeki önemli kırılma noktalarında genellikle tercüme hareketlerinin etkinliğini gördüğümüzü söyleyen Koltaş, bu noktada Goethe’nin Doğu-Batı Divanı ile birlikte Purgstall’ın Hâfız’dan ve Rückert’in Mevlânâ’dan yapmış oldukları tercümelerin yani Doğu’nun temsil gücü yüksek eserlerinin Batı dillerine aktarılışının, Batı’da tasavvufî düşünceye ilişkin bir farkındalık oluşmasında önemli bir rol üstlendiklerini belirtti. İlerleyen süreçte oryantalistlerin, “ortada iyi bir şey varsa bu İslam’dan değil, İslam öncesi bir dönemden kaynaklanıyor” diye de okuyabileceğimiz çalışmalarda bulunduklarının da altını çizen, “egzotik Doğu” imgesinin söz konusu dönemlere rastladığını belirtti. 1850’lerde karşılaştırmalı İncil çalışmaları için Harvard İlahiyat Fakültesi’nden Almanya’ya gelen bir grup öğrencinin, Hâfız ve Mevlânâ’dan yapılan bu tercümeleri kendi ülkelerine taşımasının, New England civarında ortaya çıkan Transandantalizm Akımı bünyesinde tasavvufî bazı kavram ve düşüncelerin başta Ralph Waldo Emerson, Henry David Thoreau, Walt Whitman gibi şair ve yazarların eserlerinde bir karşılık bulmasının zeminini oluşturduklarını kaydeden Koltaş, özellikle transandalistler arasında adeta bir ‘mürşid’ işlevi gören Emerson’ın şiirlerinde Hafız’a öykünmesinin sonraki dönemlerde had safhaya çıktığını ifade etti. 19002lerin başında ortaya çıkan teosofist akımlara da değinen konuşmacı, 1970’lerle birlikte dünyanın dört bir yanından etkili meşâyihın ABD’ye gitmesinin, İslam tasavvufunun orada müesseseleşmesinin önünü açtığını çeşitli örneklerle inceledi.

Osmanlı Toplumunda Akıl Hastalarına Yaklaşım ve Uygulamalar, Çağının Çok İlerisindeydi”

“Psikoloji Tarihi”nin ele alındığı oturumda, oturum yöneticisi İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nden Doç. Dr. Turgay Şirin, “Modern Psi̇koloji̇ Tari̇hi̇nde Osmanlı'nın Yeri̇”; Prof. Dr. Malik Badri, “The Unappreciated Contributions of Early Muslim Scholars to Pyschology”; Biruni Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hatice Nil Sarı, “Osmanlı Döneminde Akıl Hastalığı”; Erciyes Üniversitesi’nden Mustafa Atak, “İslam’da Psikoloji Tarihi” ve İbn Haldun Üniversitesi’nden Dr. Hooman Keshevarzi, “Exploring the Diversity of Disciplinary Approaches to Human Psychology in the Islamic Intellectual Heritage” başlıklı tebliğlerini sundular. Prof. Dr. Malik Badri, yaptığı sunumda psikoloji biliminin öncülerinin İslam âlimleri olduğunu, bugün de psikoloji eğitimi ve uygulamalarının örneğin Gazzâlî’nin anlayışından izler taşıdığını örnekler üzerinden aktardı. Prof. Dr. Hatice Nil Sarı da bu oturumda sunduğu tebliğinde, Osmanlı kadı sicillerinde kayıtlı yaşanmış hadiselerden örnekler vererek Osmanlı toplumunda bu hastalığa nasıl yaklaşıldığını açıkladı. “Osmanlı kadı sicillerinde, bu konuya ilişkin, ‘temyiz kudretinin noksan ya da yetersiz olması’ gibi bugün de aynen kullandığımız ifadelere rastlıyoruz. Örneğin, temyiz gücü olmadığı için fiil ehliyeti de ortadan kalkmıştır, deniyor. Toplumda bu bir hastalık olarak görülmesine ve bu hastaların fiil ehliyeti olmadığı kabul edilmesine rağmen, bu hastalar ‘hak ehliyeti’ni yani şahsi haklarını hiç bir şekilde kaybetmiyorlar. Bu hakların korunduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Osmanlı toplumunda hem hastayı hem aileyi hem toplumu korumaya yönelik bir yaklaşım söz konusu” sözleriyle konuşmasına devam eden Prof. Sarı, akıl hastalarına verilen en büyük cezanın sürgün yani yaşadıkları yerden alınıp, bir başka yere nakledilmeleri olduğunu söyledi. Onların “hasta” olarak kabul edildiklerinin altını çizen ve, bu ve benzeri uygulamaların başka coğrafyalara nazaran çağının çok ilerisinde olduğunu sözlerine ekleyen Prof. Sarı, 1800’lerle birlikte Osmanlı’da da akıl hastalarının özgürlüklerini kısıtlayıcı uygulamaların görülmeye başlandığını ve bu alanda çeşitli kurumların kurulduğunu ifade etti. “Mantık Tarihi” oturumunun yönetimini Marmara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Durusoy üstlenirken, oturumda Bingöl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Çapak, “İslam Mantık Tarihinden Kesitler”; Uludağ Üniversitesi’nden Doç. Dr. Aytekin Özel - Elif Özel, “Argümanlaştırma (Argümantasyon) ve İslam Bi̇li̇mleri̇nde Kullanımı”; Ankara Üniversitesi’nden Doç. Dr. Necmeddin Pehlivan, “İlm-i̇ Nazar (Hi̇lâf/Cedel)’ın Tekâmülü: Burhanuddîn en-Nesefî ve Eserleri̇”; İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Özturan, “İslam Mantık Felsefesinde Yüklemleme Teorileri” ve Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümümüz araştırma görevlisi Rahmi Oruç, “Is There Really a Problem of ‘the Authenticity of Islamicate Dialectics’?” başlıklı birer tebliğ sundular.

Coğrafya Batı’da Daha Bilim Olma Vasfını Kazanmamışken, İslam Âlimleri Bu Alanda Çok Büyük Eserler Vermişlerdi”

“Coğrafya Tarihi”nin ele alındığı oturumun yönetimini üstlenen İstanbul Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mehmet Bayartan, oturumda “Geçmişten Geleceğe Coğrafi Düşünceler” başlıklı bir tebliğ sunarken; İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ferhat Özçep, “An Investigation on Geophysical Ideas and Measurements in Ottoman Geography in Transition from PreModern (Islamic) to Modern (Western) Periods”; Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde Dr. Öğr. Üyesi İlhami Danış, “Tercümelerden Özgün Eserlere Osmanlı Coğrafyacılığının Gelişimi”;  İstanbul Üniversitesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Üstüner, “Osmanlı Coğrafyacılığı ve Avrupa’dan Tercüme Eserler (16-18. Yy.)”; İstanbul Üniversitesi’nden Hakan Kalaycı, “Fuat Sezgin Çalışmalarında Coğrafya: Tarihi Süreç” başlıklı birer tebliğ sundular. Bu oturumda konuşan Prof. Ferhat Özçep, İbn Sina gibi İslam âlimlerinin çalışmalarında yerkürenin oluşumu süreçleriyle ilgili bilgiler verildiğini, yine özellikle hem meteorolojik bakımdan hem de coğrafi bölgeler anlamında “iklim”le ilgili ciddi bir literatür bulunduğunu söyledi. Keza Seydi Ali Reis, Piri Reis gibi isimlerin eserlerinde mıknatıs ve pusula ile ilgili bilgilere yer verildiğini kaydeden konuşmacı, 1868’de Rasathane-i Âmire’nin kurulması ve ardından 1894 İstanbul depreminin akabinde Rasathane bünyesinde oluşturulan Hareket-i Arz şubesiyle yer bilim alanında yürütülen çalışmaların daha da kurumsal bir çerçeveye büründüğünü söyledi. Nihayetinde Türkiye’de yer bilimleri çalışmaları iki ayrı dönemde incelenebileceğini belirten Prof. Özçep, ilkinin daha çok bireysel çalışmalardan oluşup, ikincisinin kurumsal çalışmaların yoğunlukta olduğu bir dönem olduğunu ifade etti. Hakan Kalaycı da yaptığı sunumda Fuat Sezgin’in IV. yy’ı Arap-İslam ilim çevrelerinde Bilimsel Coğrafya’nın başlangıç dönemi olarak kabul ettiği değerlendirmesine yer verdi. Konuyu dönem dönem ele alan Kalaycı, X. yüzyılın Belh ekolünün ortaya çıktığı bir asır olduğunu, bu dönemde Ebu Zeyd el-Belhî, el-Mesudî, İbn Fadlan gibi şahısların söz konusu alana bir katkı babında eser verdiklerini; XI. yüzyılda Matematiksel Coğrafya alanında Birunî, Abdülaziz el-Bekrî gibi alimlerin önemli katkılarının olduğunu; XII. yüzyılda el-İdrisî, Ebu’l-Kasım ed-Dımeşkî ve diğer âlimlerin; XIII. yüzyılda İbnü’l-Mücavir, el-Kazvinî, Yakut el-Hamevî gibi âlimlerin katkılarıyla özellikle coğrafya sözlüklerinde bir patlama yaşandığını; XIV. yüzyılın ise seyahatnamelerin öe çıktığı bir asır olup, Reşidüddin Fadlullah, Şihabuddin Ahmed el-Umarî, İbn Haldun ve İbn Battuta gibi seyyah ve âlimlerin Coğrafya bilimine ciddi katkılar verdiklerinin görülebileceğini söyledi. Kalaycı, “Coğrafya Batı’da daha bilim olma vasfını kazanmamışken, İslamâlimleri bu alanda çok büyük eserler vermişlerdi” sözleriyle konuşmasını tamamladı.

Adalet Dairesinin Uzun Formuna Yer Veren 20 Kadim Eser Var”

“Siyaset Tarihi” başlıklı oturumun yöneticiliğini Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanımız Doç. Dr. Talha Köse yaptı. Oturumda İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nden Dr. Öğr. Üyesi İlker Kömbe, “Tarihsel ve Teorik Açıdan Adalet Dairesinin Uzun Formu” ve Beyrut Orient-Institut’ten  Elmin Aliyev, “Firâset Aynasında Siyaset Yapmak: İslam Düşünce Tarihinde İlm-i Firâset ve Siyasetnâme Literatüründeki Yansımaları” başlıklı birer tebliğ sunarken, programda yer almasına rağmen Prof. Dr. Asım Cüneyd Köksal mazereti sebebiyle oturuma katılamadı. Dr. İlker Kömbe, bu oturumda sunduğu tebliğde Adalet Dairesi’nin uzun formunun geçtiği ilk kaynağın Aristo’ya atfedilen Sırru’l-Esrar adlı eser olup, İslam siyaset düşüncesine bu kavramın ilgili eserin tercümesiyle girdiğini hatırlattı. İbn Cülcül’ün Ṭabaḳātü’l-eṭıbbâʾ ve’l-ḥükemâʾ’sından Kınalızâde’nin Ahlâk-ı Alâî’sine kadar geçen süreçte, İslam coğrafyasının çok farklı noktalarında yazılan ve adalet dairesinin uzun formuna yer veren 20 kadar eser tespit edebildiğini söyleyen Kömbe, bu eserlerin nasihatname, tasavvuf gibi çeşitli türlerde verilen eserler olduğunu belirtti. Dışardan gelen bir kavram olmasına rağmen “adalet dairesi”nin İslam ilim çevrelerinde nasıl yaygınlık kazanıp meşrulaştığının da bu sayede görülebileceğini ifade eden konuşmacı, uzun formun temelinde yer alan iki ilkenin ilkinin ‘mükemmellik ve süreklilik’, ikincisinin ise ‘birlik ve uyum’ olduğunu, ilkinin dairevi anlayışta, ikincisinin ise adalet anlayışında somutlaştırıldığını söyledi. “Din” ve “mülk=devlet”in ikiz kardeş olarak kabul edildiği bu düşüncenin kökenlerinin Sümerlerin siyaset anlayışına kadar götürülebileceğini sözlerine ekleyen konuşmacı; Adalet Dairesi’nden zorunlu olarak çıkan sonucun devlet ile toplumun birbirinden ayrılmazlığı olduğunu, madde ile formun tek başlarına fiili olarak var olamayacağını, var olmaları ya da varlıklarını korumaları için birleşmeleri-ayrışmamaları gerektiğinin altını çizdi.

Eleştirdiğimiz Dünyanın Çok İyi Yaptığı, Bizim ise Sadece İlke Olarak Benimsediğimiz Ehliyet ve Liyakatin Kurumsal Anlamda Sistematik Altyapısını Kurmak Zorundayız”

“İşletme Tarihi”nin ele alındığı oturumda yönetimi Rektör Yardımcımız Prof. Dr. Fuat Erdal üstlendi. Bu oturumda Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş, “İslam Medeniyetinin Yönetim Bilimine Katkısı: Yönetici Geliştirme Örneği”; İşletme Bölümümüz öğretim üyeler Dr. Sümeyye Kuşakçı, “An Eleventh Century Handbook for Managers: Qabus-Nama and Responsible Management” ve Prof. Dr. Mahmut Arslan, “Restoring Trust in Islamic Business Ethics” başlıklı birer tebliğ sundular.

“İslam Medeniyeti birikiminde hangi yönetim konuları yer almakta? Bu konular nasıl ele alınmış? İslam Medeniyetinin yönetim düşüncesine katkısı nedir? İslam Medeniyeti yönetim düşüncesi günümüz yönetim yaklaşımlarına ne katabilir?” sorularına cevap aradığı sunumunda Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş, konuyu kişi, sistem ve zihniyet düzeylerinde ele aldı. İslam düşüncesinde yönetimin, ahlak, adalet, hukuk, emanet, ehliyet ve istişare gibi temel kavramlar çerçevesinde işlendiğini, yönetimin bu ilkeler üzerine kurulması gerekliliği üzerinde durulduğunu kaydeden Prof. Erdoğmuş, bu düşüncenin ise (1) örnek davranışlar (2) müesseseleşmiş örnekler (vakıflar, enderun, ahilik, vb.) üzerinden ele alındığını sözlerine ekledi. Sanayi Devrimi’yle birlikte bilimsel yönetim anlayışının ortaya çıktığını belirten konuşmacı, günümüze gelen süreçte ise ölçeklerin büyüdüğünü, zamanın ruhunun değiştiğini, kârlılığın daha ön plana çıktığını zikrederek, böyle bir dünyada nasıl bir yönetim anlayışı geliştirilebilir, sorusunun sorulması gerektiğini söyledi. Doğru kişinin doğru yerlerde istihdamı, ehliyet ve liyakatin ön plana çıkması gibi modern Batı’nın artık çok iyi yaptığı bir insan kaynakları anlayışından bahsettiğimizi hatırlatan Prof. Erdoğmuş, değerler, ilgiler ve kişilik ile beceri boyutlarıyla kişiyi analiz etmeden ehliyet ve liyakat noktasında yeterli kanaate sahip olamayacağımızı, bugün ve özellikle gelecekte “değerler” noktasında çeşitli sıkıntılar yaşayacağımızın aşikar olduğunu sözlerine ekledi. Prof. Erdoğmuş, “Eleştirdiğimiz dünyanın çok iyi yaptığı, bizim ise maalesef sadece ilke olarak benimsediğimiz ehliyet ve liyakate dayalı yönetim anlayışının kurumsal anlamda sistematik altyapısını kurmak zorundayız” sözleriyle konuşmasını tamamladı.

Dr. Sümeyye Kuşakçı ise sunumunda Keykâvus B. İskender’in Ḳābûsnâme’sinin 11. yy’da Müslüman tüccarların adeta bir el kitabı olarak kabul edilmesinin mümkün olduğunu; kitapta pazarlama, insan kaynakları, halkla ilişkiler gibi konularda bugüne dahi ışık tutar mahiyette önemli tavsiyeler bulunduğunu söyledi. Örneğin eserde ticaretin temelinin kazanç olarak zikredildiği ancak tüccarların esas sermayesinin dürüstlük olduğunun vurgulandığını belirten Kuşakçı, alıcı-satıcı arasında doğru ilişkiler kurulmasına öncelik verilmesinin bir tüccar ve bir ticari işletme için gerekliliğinin eserde işlendiğini kaydetti. Ḳābûsnâme’nin sorumlu bir yönetim anlayışının nüvelerini barındırdığını ifade eden konuşmacı, eserde tüccarın dürüst olması gerekliliğinden bahsedilmesinin yanı sıra “ticaret yapacağınız insanları seçerken dahi dürüstlüğü gözönünde bulundurun ve dürüst insanlarla ticaret yapın” dendiğini aktardı. Kuşakçı, eserden çıkarılabilecek bu ve buna benzer sonuçların, bugün yeni yeni gündeme gelmeye başlayan “sorumlu yönetim” anlayışını şekillendirebileceğinin altını çizdi.

“Hadis Tarihi” üst başlıklı oturumun yönetimini ise İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi’nden Prof. Dr. Zekeriya Güler üstlenirken, aynı üniversitede öğretim üyeliği yapan Prof. Dr. Ahmet Yücel “Hadis Tarihi’nin Dönemleri”; Dr. Ahmet Snober, “Tarihu’l-Musannafati’l-Hadisiyye fi’l-Karneyn er-Rabi’ ve’l-Hamis: el-Müstehracat Nemuzecen Mukarabetun Cedide”;  Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Halil İbrahim Turhan, “Hicrî İlk Üç Asırda Ricâl Tenkit İlminin Kısa Serüveni”; İslami İlimler Fakültemiz öğretim üyesi Dr. Hamza Bekri, “Menheciyyetü’t-Tasnifi’l-Hadîsî fi’l-Karni’s-Sâlis Mukâreneten bi’l-Karni’s-Sânî el-İktisâr ale’l-Merfûât ve’l-Mevsûlât Nemûzecen” başlıklı birer tebliğ sundular.

“İslam’da Medeniyet Bilimleri Tarihi Sempozyumu”, 21 Aralık Cumartesi günü gerçekleştirilen 11 oturumla devam etti.

“Dil Bilimleri Tarihi” üst başlıklı oturumun yöneticiliğini Prof. Dr. Bilal Aybakan yaptı. Bu oturumda İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi’nden Prof. Dr. İsmail Durmuş, “Arap Di̇li̇ ve Edebi̇yatI Çalışmaları Tari̇hi̇ne Dai̇r Bi̇r Hülasa”; Bingöl Üniversitesi’nden Doç. Dr. İbrahim Özdemir, “Bir Dilbilimi Olarak Vaz’ İlmi ve Tarihsel Gelişimi”; Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Ahmet Turan Arslan, “Dilbilim Tarihine Dair Birkaç Söz” ve Prof. Dr. Ali Bulut, “Arap Edebi̇yatında İnşâ Sanatının Ortaya Çıkışı ve Başlıca Temsi̇lci̇leri̇” başlıklı tebliğlerini sundular.

Mimar Sinan Kimdir Sorusu Ancak Cumhuriyet’le Birlikte Sorulmaya Başlanan Ancak Karşılığı Osmanlı Belgelerinde Bulun(a)mayan Bir Sorudur”

“Sanat Tarihi” oturumlarının ilkinde, oturum yönetimini üstlenen Yalova Üniversitesi’nden Mustafa Sürün, “Türkiye’de Sanat Terimleri Meselesinin Ortaya Çıkışı ve Sanat Terimleri Üzerine Yapılan İlk Çalışmalar”; Prof. Dr. Selçuk Mülayim, “Osmanlı Kayıtlarında Mimar Sinan”; Akdeniz Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yıldıray Özbek, “Türkiye’de İslâm Sanatları Tarihi Yazımı” ve Nişantaşı Üniversitesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Hesna Haral, “Osmanlı Minyatürü Araştırmalarının Değerlendirilmesi Üzerine Bir Deneme” başlıklı birer tebliğ sundular.

Sunumuna, “ölümünden 432 yıl sonra büyük yeryüzü tasarımcısı Mimar Sinan hakkında hâlâ az şey biliyor olmamız şaşırtıcı değildir” sözleriyle başlayan Prof. Selçuk Mülayim, bugün “Sinan kimdir, kimindir” sorusunun bugün mimarlık alanının dışında ya siyasal alanda ya da etnik kökenine vurgu yapılarak tartışıldığını hatırlattı. Ayvansarâyî’nin Hadîkatü’l-cevâmi’’sine atıf yapan Prof. Mülayim, “1781’de ’Camiler Bahçesi’ adında bir kitap yazılıyor ve bu camilerin en güzellerinin mimarı Sinan hakkında dört satır bilgi veriliyor; bu gerçekten anlaşılması güç bir şey..” sözleriyle konuşmasına devam eden Mülayim, şunları söyledi: “Osmanlı kaynaklarında durum buyken bir-iki asır sonra Batılı sanat tarihi araştırmacılarının Mimar Sinan hakkında çok daha hacimli eserler verdiği görülüyor. Sinan hakkında önemli bilgiler veren Tezkiretü’l-Bünyân ve benzeri eserler hakkında Osman Nuri Ergin ve İsmail Hakkı Konyalı’nın ‘sahte’ vb. iddiaları, zaten zayıf olan Sinan anlatısını derinden sarsmaktadır. Osman Hamdi Bey neden bir Sinan portresi çalışmamıştır? Yahya Kemal’e gelene değin neden bir Süleymaniye şiiri yazılmamıştır? Her halükarda bir mimarı anlatmanın, Osmanlı’da entelektüel üretimin bir parçası olarak görülmeye değer bulunmadığı açıktır. Hasılı, ‘Mimar Sinan kimdir’ sorusu ancak Cumhuriyet’le birlikte sorulmaya başlanan ancak karşılığı Osmanlı belgelerinde bulun(a)mayan bir sorudur.”

Bu oturumda konuşan Prof. Yıldıray Özbek de sunumuna, “İslam coğrafyasının tümüne şamil bir İslam Sanat Tarihi yazmanın çok zor olduğunu belirtmek gerek. Bizler çevremize tecessüsle bakmamış, bakmışsak bile bunu yazıya dökmemişizdir” sözleriyle başlayarak; örneğin İbn Bîbî ve Ahmed Eflâkî gibi müelliflerin tafsilatla bahsettikleri bir mimari yapı olmadığını, Osmanlı müellifleri arasında Evliya Çelebi’nin ilk kez mimari yapılardan ve barındırdıkları sanat ürünlerinden nispeten detaylı ama daha çok kişisel deneyim ve birikimine dayalı bir şekilde bahsettiğini belirtti. 1873 tarihli Usûl-i Mi’mârî-i Osmanî’nin Osmanlılar tarafından Osmanlı mimarisi ile ilgili ortaya konmuş ilk bilimsel ve kuramsal metin üretimi olduğunu belirten Prof. Özbek, 1910’lara gelindiğinde özellikle bir kurumun, Türk Ocağı’nın Türk mimarisi üzerinde ciddi çalışmalar yürüttüğünü, bunlar arasında fotoğraflı konferanslardan Edirne, Bursa gibi şehirlere geziler düzenlenmesine, bu kurum bünyesinde şehir ve mimariye dönük birçok etkinlik yapıldığını, burda da gayenin Türk gençlerine şehir ve mimari bağlamında bir milli şuur kazandırmak olduğunun görülebileceğini sözlerine ekledi. Ardından kronolojik olarak Türk – İslam sanatları ve mimarisi alanında çalışmalar yürüten isimleri zikreden Özbek; bu minvalde Halil Edhem, Mimar Kemaleddin, Celal Esad Arseven, Rıfkı Melûl Meriç, Ekrem Hakkı Ayverdi, Suut Kemal Yetkin, Doğan Kuban ve Oktay Aslanapa gibi isimler ve eserleri hakkında kısaca bilgiler verdi.

Dr. Hesna Haral oturumda yaptığı konuşmada, minyatürün en genel tanımıyla kitabın içinde geçen resim olduğunu, Osmanlı’da minyatür kelimesinin kullanılmayıp nakış ve tasvir; nakışla iştigal edene nakkaş, tasvir ile iştigal eden musavvir dendiğini söyledi. Osmanlı sanat tarihi yazımınında Menâkib-ı Hünerverân’ın Osmanlı döneminde yazılmış nerdeyse tek sanat tarihi kitabı kabul edilebileceğini belirten Haral, özellikle bahsi geçen eserde musavvirlere ayrılan kısmın yeterince araştırmalra konu edilmediğini söyledi. Cumhuriyet dönemi Osmanlı Minyatürü hakkındaki araştırmalar için, 1924 tarihli Halil Ethem Bey’in yayınladığı Elvâh-ı Nakşiye Koleksiyonu isimli eserinin önemli bir başlangıç noktası sayılabileceğini ifade eden konuşmacı, ilerleyen dönemde Emel Esin, Richard Ettinghausen, Meredith-Owens, Metin And, Nurhan Atasoy ve Filiz Çağman gibi isimler ve eserleri üzerinde kısa değerlendirmelerde bulundu. Örneğin, “Neden Türk minyatürüyle ilgili çalışmalar gecikmiş olabilir” gibi önemli bir soruyu Ettinghausen’in sorduğunu aktaran Hesna Haral, ardından “çarşı ressamları” olarak tabir edilen saray dışı ressamlar ve üslupları, Osmanlı minyatürlerini ikonografik açıdan yorumlayan araştırmacılar ve son yıllarda bu minyatürleri tarihi görsel belge olarak değerlendiren ve yorumlayan isimlerden de kısaca bahsetti.

“Müslümanlar Nefs İlminde Çok Geniş Bir Mirasa Sahipler”

“İlim Tasnifleri Tarihi”nin ele alındığı oturumun yöneticiliğini yapan Felsefe Bölümü Başkanımız Doç. Dr. Burhan Köroğlu, oturumda aynı zamanda “İlm-i Nefs (Psikoloji)’nin İbn Bacce’nin Felsefi Sistemi Açısından Önemi ve İşlevi” başlıklı bir tebliğ de sundu. Oturumda ayrıca İslami İlimler Fakültesi öğretim üyemiz Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Süruri, “Taşköprizade ve Miftâhu’s-Saâde’si”; İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri Doç. Dr. Cahid Şenel, “İbnü’l-Ekfânî ve İrşâdu’l-kâsıd’ı” ve Dr. Öğr. Üyesi Sümeyye Parıldar, “Molla Sadrâ ve Esfaru’l-Erbaa ve İksîru’l-Arifin’i” başlıklı tebliğlerini sundular.

Doç. Burhan Köroğlu, Müslümanların nefs ilminde çok geniş bir mirasa sahip olduklarını, Kitâbü’n-Nefs müellifi İbn Bâcce’nin de psikolojiyi, Metafizik’ten sonra en önemli ilim kabul ettiğini söyledi. Nefs ilminin, uzanımları itibariyle, insanı bütün varlık âlemine taşıyan bir ilim olarak kabul edildiğini kaydeden Köroğlu, bu anlamda İbn Bâcce’nin sistematiğine göre nefs ilminin bütün bilimlerin ortasında yer alıp, daha alttaki bilimlerle metafizik âlem arasında bağlantıyı sağlayan bir konumda olduğunu belirtti.

“Her Görsel, Bagajında Kendi Tarihi Hafızasını Taşımaktadır”

“Sanat Tarihi” oturumlarının ikincisinin yönetimini Prof. Dr. Selçuk Mülayim üstlenirken, bu oturumda İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Doç. Dr. Nicole Kançal-Ferrari, “Osmanlı Kitap Resimlerinde Metin-Resim İlişkisi Çerçevesinde Kutsalın Betimlenmesi: Miraç Sahneleri Bağlamında Hz. Peygamber, Melekler ve Burak Tasvirleri”; Marmara Üniversitesi’nden Doç. Dr. Zeynep Gemuhluoğlu, “Sanat Tarihi Metodları İslam Sanat Pratiklerine Uygulanabilir mi?”; İstanbul Üniversitesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Taşkent, “Felsefe, Kelâm ve Tasavvufî Düşünce Perspektifinden ‘İslam Estetiğine’ Kuramsal Bir Bakış: Kavramlar, Dönemler, Kişiler Üzerinden Bir Değerlendirme” başlıklı birer tebliğ sundular.

“Sanat, akademik düzlemde, tarihsel olmayan bir dille konuşulabilir mi” sorusuyla sunuma başlayan Doç. Zeynep Gemuhluoğlu, modern dönemden geriye doğru kurulan sanat tarihi okumalarının biçim-içerik noktasında tıkandığını, modern sanat tarihi çalışmaların disiplinlerarası çalışmalar olmaktan öteye geçemediğini, sanat tarihine epistemolojik bir paradigma kazandırılamadığını ifade etti. “Tarih deyince vakanüvisliği anlamıyorum” diyen ve tarih’in de sanat’ın da Kant ve Hegel düşünceleriyle açılan modern disiplinler/alanlar olduğunun altını çizen Gemuhluoğlu, bu çerçevede sınaa/fenn/téchne denilen olguların da bugün anladığımız mânâda sanat olmadıklarını belirtti. İnsan fiilerinin “nazar”, “amel (practice)” ve “yaratma (téchne-poesis)” olmak üzere üçe ayrılabileceğini ve bunların birbirine indirgenemeyeceğini söyleyen Gemuhluoğlu, konuşmasını konu hakkında düşüncelerini daha da açarak sürdürdü.

Doç. Dr. Nicole Kançal-Ferrari de sanat tarihçilerinin varolan eserler üzerine konuşmak durumunda olduklarını belirterek başladığı sunumunda, “Her görsel, kendi tarihi hafızasını bagajında taşımaktadır.” sözleriyle sanat tarihçilerinin bu münyatürleri maddi kültüre ışık tutan bir belge olarak değerlendirdiklerinin altını çizdi. Konuyu, “el yazmalarında metin-resim ilişkisi”, “kitap resimlerinde kutsalın betimlenmesi” ve “Osmanlı kitap resimlerindeki imgelerin dikey (zamansal/tarihsel) ve yatay (coğrafi/kültürler arası) bağlantıları” açılarından inceleyen konuşmacı, Miraç minyatürlerindeki Hz. Peygamber, melekler ve Burak tasvirlerinden örnekler vererek konuşmasını detaylandırdı.

“Molla Gürani’nin Tefsiri de Ebüssuûd Efendi’nin Tefsiri de Kur’an’ın Tamamını İhtiva Eden Tefsirler”

“Tefsir Tarihi”nin ele alındığı oturumun yönetimini İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Mehmet Emin Maşalı üstlendi. Oturumda İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hidayet Aydar, “Kur’an Tercüme Tarihi”; Tübingen Üniversitesi’nden Prof. Dr. Omar Hamdan, “Neş’etu’l-Ulûmi’l-Kur’âniyye ve Hareketu’t-Te’lîf fîhâ Abra’l-Kurûni’s-Selâseti’l-Ûlâ: İlmu’l-Tefsir ve Ba‘zi’l-Ulûmi’l-Kırâiyyeti Enmuzece”; Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. İsmail Çalışkan, “Hicri IV ve V. Asırda Tefsir” ve İslami İlimler Fakültesi öğretim üyemiz Dr. İhsan Kahveci, “Osmanlı’nın Yükseliş Döneminde Tefsir: Molla Gürani ve Ebüssuûd Efendi Tefsirleri” başlıklı birer tebliğ sundular.

Bu oturumda konuşan Dr. İhsan Kahveci, Molla Gürani ve Ebüssuûd Efendi’nin hayat hikayelerinden ve ders aldıkları hocalardan bahsetti. Ardından her iki şahsiyetin tefsirlerinin benzer ve farklı yönlerine temas eden Kahveci; her iki tefsirin Kur’an’ın tamamını ihtiva etmesini, dirayet yöntemiyle yazılmış olmalarını, her ikisinin beslendiği ana kaynaklar olarak Zemahşerî ile Kādî Beyzâvî’nin görülmesini, her iki tefsirin de dönemin padişahına sunulmasını, benzerlikler arasında; Molla Gürani’nin eğitimini Osmanlı toprakları haricinde tamamlamışken, yaşadığı dönemde İstanbul’un büyük bir ilim merkezi haline gelmesinden mütevellit Ebüssuûd Efendi’nin eğitimini Osmanlı toprakları dahilinde ve İstanbul’da tamamlamasını, Molla Gürani’nin tefsirinin 5 yılda tamamlanan orta hacimli bir eser olmasına karşın, Ebüssuûd’un tefsirinin -biraz da müellifin görevinden dolayı- 20 senede tamamlanan büyük hacimli bir tefsir olmasını ve bu tefsirin kendisinden sonra yazılan tefsirler üzerinde de etkili olmasını, farklılıklar arasında saydı.

“Cumhuriyet’le Birlikte Görülen Antoloji Bolluğu, Bizi Klasik Edebi Birikimimizi Ortaya Çıkaran Büyük Epistemden Kopardı”

“Edebiyat Tarihi” üst başlıklı oturumların ilkinin yönetimini Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. Fatih Andı üstlendi. Andı oturumda ayrıca “Türk Edebiyatının Modernleşme Sürecinde Geleneğe Kaçmak, Geleneğe Koşmak: Ortak İslam Edebiyatları Karşısında Konumlanış Bocalaması”; Balıkesir Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mehmet Narlı, “Yıkmak ve Yapmak veya Avrupa’da da Böyle: Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Edebi Eleştirinin Eleştirisi”; FSM Vakıf Üniversitesi’nden Doç. Dr. Dursun Ali Tökel, “Tali̇h Deği̇l, Tari̇h Hatası: Büyük Bütünden Soyutlanmış Edebi̇yatımız”; Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümümüz öğretim üyesi Dr. Melike Günyüz, “1939 1. Neşriyat Kongresinden 2018 6. Ulusal Yayın Kongresine Türk Çocuk Edebiyatının ve Yayıncılığının Değerlendirilmesi” başlıklı tebliğlerini sundular.

Bu oturumda konuşan Prof. Fatih Andı, “19. yy.’da bir lügat patlaması yaşanmıştır, Osmanlı aydınları adeta dille bir kavga vermeye başlamışlardır” dediği sunumunda, özetle şunları söyledi: “Modernizm önceliğini medeniyetin dili üzerinde çalışmaya verdi. Gelenek karşısında yanlış konumlanış ise Klasik Türk Edebiyatı’na yani Divan Edebiyatı dediğimiz şeye bakışta kendini ele veriyor. Nitekim süreç, yakın bir zaman sonra Divan Edebiyatı’nın müfredattan çıkarılmasına kadar varacaktır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında birçok antolojiler oluşturuldu. Antolojiler, esasında özel bakış açılarıyla, okurun farkına varmadığı bagajlarla oluşturulmuş ürünler. Bir anlamda metinlerle kontrollü ilişkinin sağlandığı eserler… Örneğin ‘İzahlı Divan Şiiri Antolojisi’ ki burda geçen ‘izahlı’ sözcüğü, kontrollü ilişkinin, bize anlatıldığı kadarıyla birşeylerin farkına varmamızın Türkçesidir. Böylesi bir antoloji bolluğu, bizi Divan Edebiyatı’nı yani klasik edebi birikimimizi ortaya çıkaran büyük epistemden de koparmıştır. Bu birikimin içinde nerdeyse tüm İslami ilimleri sayabiliriz.”

Modernleşme sürecinin edebi alanda yürüttüğü ikinci büyük kavganın şekiller ve türler üzerinden biçimlendiğini anlatan Prof. Andı, “Edebiyatta türler, yazma biçimi değil, görme biçimidir. Türlerin, varlığı yorumlayış biçimleri oldukları gözden kaçırılmıştır.” değerlendirmesinde bulundu. Bir diğer yandan muhteva ve belagat tartışmalarının yürütüldüğünü ifade eden konuşmacı, şu hususlara değindi: “Fakat enterasandır ki bir yandan da geleneğe yöneliş görülür. Fakat bu yöneliş, Batılı araştırmacıların yönelme ve dolaylı olarak yönlendirmeleriyle gerçekleşir. Adeta kendi geleneğine, bir oryantalist yönelişle dönüş… Örneğin, Batılıların hümanist bir söyleme malzeme ettikleri Hayyam, Sadi, Mevlana ve Yunus gibi isimlerde, bizim edebiyatçı ve araştırmacılarımız da hümanist bir şeyler bulmuşlardır.  Tüm bunlar olurken, ‘geleneksel birikim nerede kendine sahici ve korunaklı bir mecra bulur’ diye sorduğumuzda, özellikle alt-orta dindar kesimin oluşturduğu mahfiller ile Sezai Karakoç ve kısmen Cemil Meriç gibi tek tük birkaç şahsiyetin çalışmalarını sayabiliriz.”

“Biz Türkler, Tarihsel Metinlerini 5 Ayrı Alfabeden Okuyan Tek Milletiz”

Oturumun bir diğer konuşmacısı Dursun Ali Tökel de “Biz Türkler, tarihsel metinlerini 5 ayrı alfabeden okuyan tek milletiz” sözleriyle başladığı konuşmasında, geçmiş birikimden yararlanmak bu denli zor olunca büyük fikirler, büyük edebi ürünler, büyük filmler üretilemediğini vurguladı. Nedim’in çağdaşı olarak Moliere’i, Fuzuli’nin çağdaşı olarak Erasmus’u örnek veren Tökel, Batılı çağdaşlarına bakınca bütün bir Avrupa’yı görebileceğimiz halde, örneğin Nedim’de İslam ümmetinin farklı unsurlarını göremeyeceğimizi kaydetti. Batılı yazarların deyim yerinde bir ümmet edebiyatı içinde kendilerini konumlandırdıklarını söyleyen Tökel, örneğin Eliot’un, günümüz Avrupa edebiyatının anlaşılabilmesi için Cervantes, Shakespeare, Dante, Virgilius ve nihayet Homeros’tan oluşan bir tarihsel silsile çizdiğini ve bu silsilenin, Avrupa edebiyatının tarihsel derinliğini ve bugününü oluşturan en önemli unsur olduğunu zikrettiğini aktardı. “Biz böyle bir tarihsel silsile çizebilir miyiz? Çizsek hangi yazarları sayabiliriz ve Homerosumuz kim olurdu” sorusuyla konuşmasına devam edne Dursun Ali Tökel, benzer şekilde, bir zamanlar Yahya Kemal’in tabiriyle bir “tevhid edebiyatı”mız varken, bugün bizlerin, en basitinden akademide yaptığımız Arap Edebiyatı, Fars Edebiyatı ve Türk Edebiyatı ayrımıyla deyim yerindeyse bir “teslis edebiyatı”nı oluşturduğumuzu da vurguladı.

“Milel ve Nihal Geleneği, Farklılıkların Farkında Olma Noktasında Bir Bilinç Vermesi ve “Tanıma ve Anlama”yı Ön Plana Çıkarması Bakımından Çok Önemli”

“Dinler Tarihi Tarihi”nin ele alındığı oturumun yönetimini İslami İlimler Fakültesi öğretim üyemiz Prof. Dr. Ömer Faruk Harman üstlenirken, İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Şinasi Gündüz, “İslam Araştırmalarında Dinler Tarihinin Önemi ve Milel ve Nihal Geleneği”; Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali İhsan Yitik, “Biruni ve Hint Dinleri” ve Marmara Üniversitesi’nden Prof. Dr. İsmail Taşpınar, “İbn Nedim ve el-Fihrist’te Dinler” başlıklı birer tebliğ sundular.

Oturumda tebliğ sunan Prof. Şinasi Gündüz, “İslam bilim mirası dediğimiz şey, yalnızca Müslümanların ürettikleri bilgiler değil; İslam egemen toplumların bütün unsurlarının ürettiği kolektif bir yapıdan bahsediyoruz” sözleriyle konuşmasına başlayarak; fetih hareketlerinin, ihtidaların ve farklı dinsel-düşünsel yapılarla birlikte yaşama zorunluluğunun, Dinler Tarihi çalışmalarına önemli katkılar sağladığını söyledi. Prof. Gündüz, konuşmasında özetle şu hususlara değindi: “Müslüman âlimler, çok erken tarihlerden itibaren farklı dinlere ilgi gösteriyorlar. Bu ilginin geri planında, (1) Öncelikle Kur’an’I daha iyi anlama ve yorumlama (2) Farklı yapıları tanıma ve bu yapılara kendini tanıtma (3) Farklı yapılardaki tartışmalara nüfuz ederek izah getirme çabası gibi gayeleri görmekteyiz. Tüm bu fikrî arka plan, beraberinde Makâlât ve Fırak kitapları, reddiyeler, Diyânât, Edyân ve Ahbâr tarzı eserler ile Milel ve Nihal literatürünü getirmiştir. Milel ve Nihal literatürünün belli başlı temsilcileri olarak Abdülkâdir el-Bağdâdî, Bâkıllânî, Şehristânî ve Fahreddin er-Râzî gibi isimleri sayabiliriz.”

Milel ve Nihal literatüründe Milel’in vahiy geleneğine yaslanan akımları, Nihal’in ise daha çok beşer ürünü akımları konu edindiğini hatırlatan Prof. Gündüz, günümüz araştırmacılarından Eric Sharp’ın , Şehristani’yi Karşılaştırmalı Dinler ve Dinler Tarihi alanlarında özgün eser veren ilk müellif ve bir anlmada kurucu şahsiyet olarak andığını belirtti. Milel ve Nihal geleneğinin, farklılıkların farkında olmak gibi bir bilinç verdiğini, aynı zamanda “tanıma ve anlama”yı ön plana çıkardığını söyleyen Prof. Şinasi Gündüz; böylesi önemli bir anlayış ve zihniyet biçimi üreten söz konusu geleneğin bugün de canlılığının devam ettirilmesi ve alana katkıda bulunulması gerektiğini belirterek konuşmasını sonlandırdı.

“Edebiyat Tarihi” oturumlarının ikincisinin yönetimini üstlenen FSM Vakıf Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hüseyin Yazıcı, oturumda ayrıca “Değişen Medeniyet Paradigmalarına Ayna Tutan Bir Gözlemci: Mısırlı Yahya Hakkı (1905-1992)” başlıklı tebliğiyle yer aldı. Oturumda ayrıca Dicle Üniversitesi’nden Prof. Dr. Eyyüp Tanrıverdi, “Edebi̇yat Tari̇hi̇nde Yaratıcı Yeni̇li̇kler: Şehi̇r Mersi̇yeleri̇”; Kırıkkale Üniversitesi’nden Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu, “Modern Edebi̇yat Tari̇hçi̇li̇ği̇nin Ayrıştırıcı ve Çatışmacı Zi̇hni̇yeti̇” ve Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nden Prof. Dr. İlyas Karslı da “Edebi̇yatçının Önceli̇kli̇ Olarak Bi̇lmesi̇ Gerekenler” başlıklı birer tebliğ sundular.

“Kelam Tarihi” üst başlıklı oturumda yönetimi İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Sinanoğlu üstlendi. Oturumda Ankara Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mehmet Kalaycı, “Beylikler Dönemi Anadolusunda Belagat Merkezli İlim Hareketliliği: Sebepleri ve Etkileri Üzerine Bir Tahlil”; Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Süruri, “Cumhuriyet Dönemi Kelam Tarihi”; FSM Vakıf Üniversitesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Ali el-Ömeri, “Tatavvuru Delaleti İlmi’l-Kelam; Dirasetun Tahliliyyetun fi Tarifati İlmi’l-Kelam” başlıklı birer tebliğ sundular.

“Sezai Karakoç ve İsmet Özel’in Eserleri, İktisadî Konularda Bünyenin Verdiği Reaksiyonları İfade Ediyor”

“İktisat Tarihi” üst başlıklı oturumun yönetimini Marmara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erol Özvar üstlendi. Bu oturumda Connecticut Üniversitesi’nden Prof. Dr. Metin Cosgel, “Political Economy in the Ottoman Empire”; İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ahmet Faruk Aysan, “Islamic Economics: A Discipline Still in Making” ve Uludağ Üniversitesi’nden Prof. Dr. Feridun Yılmaz, “İktisadi Dünyayı Düşünmenin İmkanı: Modern İktisada Dair Eleştirel Bir Analiz” başlıklı birer tebliğ sundular.

Prof. Ahmet Faruk Aysan, bu oturumda yaptığı sunumda dünya genelinde Müslüman iktisatçıların son yıllarda alternatif bir ekonomi/finans sistemi tartışması yapmaktan çok bireysel pratiklere odaklandıklarını söyledi. Pakistan, Bangladeş gibi ülkelerde bir dönem yürütülmeye çalışılan İslami ekonomi denemelerinin neden başarısız olduğu sorgulandığında, bunlara girişenlerin daha çok devlet adamları ve bürokratlar olduğunun görüleceğini belirten Prof. Aysan, bu insanların ekonomik sistemlerin arka planlarını okumakta ya da ekonomiye nüfuz etmekte entelektüellere ve akademisyenlere nazaran çok daha az bilgi ve birikime sahip olduklarını ifade etti. Alternatif bir ekonomik sistem öneren, en azından böyle bir iddia sahibi mütefekkirlerimizin de dış dünyaya açılmakta önemli bariyerlerle karşılaştıklarını söyleyen Prof. Aysan, örneğin ilk baskısı 1967’de yapılan İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü’nün yazarı Sezai Karakoç’un, söz konusu eseri İngilizce yazmamasını ciddi bir kayıp olarak gördüğünü, halbuki o dönemde gerek İngilizce neşir gerekse başka dillere tercüme noktasında diğer İslam ülkeleriyle çok rahat bağlantılar kurulduğunu sözlerine ekledi.

Aysan’ın bıraktığı noktadan devam eden Prof. Feridun Yılmaz ise, Sezai Karakoç isminin yanına şair İsmet Özel’i ekleyerek, Özel’in ünlü Batılı iktisatçı ve düşünürler Keynes ve Thorstein Veblen’e ithafen yazdığı “John Maynard Keynes’ten Nefretimin Yirmi Sebebi” ve “Did Veblen Do Something” şiirlerini hatırlattı. Modern dünyayı anlamanın yolunun tek bir disiplinden geçmediğini hatırlatan konuşmacı, İslam ekonomisi alanında yapılan modern çalışmaların, daha çok Batı’nın ürünü ana akım iktisat metinlerine İslami terminoloji katılmasıyla elde edilen ürünler olduğuna değindi. Batı’da bir tarafta ana akım iktisadi görüşler, bir tarafta ise heterodoks açıklamalar olduğunu ve “İslam ekonomisi” dediğimizde bu iki taraftan birine yaslanmak zorunda kaldığımızı; bu anlamda iktisadi sorunlarımıza ve iktisadi hayata yönelik, kalbimizi mutmain kılacak açıklamalardan hâlâ uzak olduğumuzu ifade eden Prof. Yılmaz, iktisadı anlamanın, içine doğduğu sosyal bilimlerin doğasını anlamakla mümkün olabileceğini kaydetti. Prof. Feridun Yılmaz, son olarak Sezai Karakoç ve İsmet Özel’in bahsi geçen eserlerinin bünyedeki rahatsızlıkların dışa vurumu olup bünyeden gelen bir reaksiyonu ifade ettiği değerlendirmesinde bulundu.

“Osmanlı Eğitim Anlayışının 3 Temel Prensibi: (1) Müderris Merkezlilik (2) Halka Sistemi (3) Metin Okuma”

“Eğitim Bilimleri Tarihi” oturumun yönetimini Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü Başkanımız Prof. Dr. Sefa Bulut üstlendi. Bu oturumda Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mustafa Gündüz, “Osmanlı Klasik Dönemi Medrese Dışı Eğitim Kurumları ve Ortamları”; İstanbul Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ayşe Zişan Furat, “Osmanlı Medreselerinde Eğitim Anlayışı”; Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nden Doç. Dr. Bayramali Nazıroğlu, “İslam Eğitim Geleneğinde Bir Meslek Olarak Öğretmenlik” ve Tarih Bölümü öğretim üyemiz Dr. Vehbi Baysan, “History of Education in Early Islam” başlıklı birer tebliğ sundular.

Osmanlı’da özellikle 1800’lere kadar eğitim kurumu denildiğinde öncelikle medreselerin, ardından sıbyan/mahalle mektepleri, camiler ve mescitler ile tekke ve zaviyelerin geldiğini söyleyen Prof. Mustafa Gündüz, bunların yanı sıra kervansaray, ribat, ahi teşkilatları, loncalar, kütüphaneler, kitap çarşıları ve dükkânları, âlim ve devlet adamlarının ev, konak ve sarayları ile kahvehaneler, hamamlar ve berber dükkânları gibi ortamların da önemli ve yaygın birer eğitim mekânı işlevi gördüklerini belirtti. Bu mekanlar hakkında kısaca bilgiler veren Prof. Gündüz, sadece bu yaygın mahfillerdeki sohbet ve eğitim ortamlarına devam ederek kendini geliştiren ve şair-edip olan isimlerin dahi olduğunu söyledi.

Doç. Ayşe Zişan Furat ise sunumunda “bilgi aktarımı” merkeze alınıyorsa, bizim bildiğimiz kurumsal yapıların dışında Osmanlı toplumunda pek çok ortamdan bahsedebileceğimizi, yine Osmanlı eğitim sistemi alanında çok geniş bir literatür olduğunu söyleyerek,  buna rağmen medrese ortamları ile müderris ve talebe arasındaki ilişkiler konusunda fazla çalışma görmediğimizi belirtti. Bizim anladığımız manada “okul” türü kurumsal yapıların tarihinin en erken 18. yy’a götürülebileceğini ekleyen Furat, eğitim kurumları ve eğitime bakışın son tahlilde tarihi süreçte ciddi değişimler geçirdiğinin gözlenebileceğini söyledi. Furat, özetle şu hususlara değindi: “Kurumsal açılardan medreselerin özellikleri bağlamında (1) İlmiye teşkilatını destekleyecek insan kaynağını oluşturmak (2) Medreselerde, İslam coğrafyasında daha önceki dönemlerde örneğine rastlanılmayacak ölçüde bir hiyerarşik yapı (3) Örneğin Sahn-ı Seman’da okutulan bir metnin başka bir medresede okutulmayabildiği gerçeğinden hareketle, medreselerin merkezî bir sistem olarak kurgulanmaması, gibi hususlar sıralanabilir. Osmanlı eğitim anlayışının omurgasını teşkil eden 3 temel prensibin, (1) müderris merkezlilik (2) halka sistemi (3) metin okuma olduğunu söyleyebiliriz. Metin, medreselerin temel taşıdır. Medrese eğitimleri metinler üzerinden sağlanır. Metin, ilimdir aslında; o ilmi kuşatan, o ilimle ilgili soruları ihtiva eden bir unsurdur. 18. yy, Osmanlı eğitim anlayışında çok ciddi bir kırılmayı temsil eder. Bu dönemde müderris merkezli bir eğitim sitemi, yerini kurum merkezli bir sistemine bırakmıştır.”

“İslam Medeniyeti, Varlığın Kaynağıyla Devamlı İrtibat Halinde Olunan Bir Varlık ve İlim Tasavvuruna Sahip”

Prof. Dr. Fuat Sezgin anısına düzenlenen “İslam’da Medeniyet Bilimleri Tarihi Sempozyumu”nun kapanış konferansı, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı ve Sözcüsü İbrahim Kalın’ın katılımıyla gerçekleştirildi.

“Fuat Sezgin, kayıp tarihimizden önemli fragmanları gündemimize sokan bir ilim adamı hüviyetine sahip” diyerek konuşmasına başlayan Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü: “Adını koy(a)madığınız şey size ait değildir. İsimlendirme, tarihlendirme ve tasnif konusunda Batılı paradigmaların kullanıldığı, kendi zihnî üretimimizle bir medeniyet tasavvuru ortaya koyulamadığı, Avrupa-merkezci bakış açısının hakim olduğu bir vasatta, alternatif söylemler geliştirme imkanlarını gösterdi. Bunları geliştirmedikçe, tüm birikiminiz Batı medeniyetine düşülmüş birer dipnottan ibaret kalıyor.”

Talim ve eğitim dediğimiz şeyin temelinde “işaret etme”nin yattığını hatırlatan Kalın, şunları aktardı: “İlim, âlem ve alem aynı kökten gelir: İşaret olunan şey… İşaretin kendisi elbette önemli ancak işaret edilen tarafa gidilmezse çok ciddi bir eksiklik var demektir. Düşünce tarihimize bir bütün olarak baktığımızda ‘bunlar acaba neyi işaret ediyor’ diye düşünmemiz lazım. Bu manada eğitim amacı işaret etmek, işaret edilen şeyle tefekkür edilmesini sağlamak olmalı.”

“Metafizik bir temeli olmadan bir medeniyet inşa edilemez” diye konuşan İbrahim Kalın, “İslam medeniyeti dendiği zaman onun somut eserlerinden daha önemli olan unsur, arka plandaki ruh ve anlayıştır. Bu medeniyetin söz konusu ideallerinin hayata geçtiği yerdir ‘şehir’ yani ‘medine’, yani akıl ve erdeme dayalı medeni tutumun müşahhaslaştığı zemin… Bunlar bir dünya görüşünden, arlık tasavvurundan bağımsız ele alınabilecek meseleler değildir. İslam medeniyeti, varlığın kaynağıyla devamlı irtibat halinde olunan bir varlık tasavvuruna sahiptir. Bu, ilim tasavvurumuzu da şekillendirir. Dolayısıyla varlığı nasıl bir bütün halinde anlamak gerekiyorsa, ilimleri de bir bütün halinde düşünmek mecburiyetindeyiz. Bu noktada devreye ‘hikmet’ girer. Hikmet gözüyle bakmak, varlığı ve eşyayı bir bütün halinde kavrayabilmektir.”

İbrahim Kalın, konuşmasını şu sözlerle tamamladı: “Medeniyetimizde iyi, güzel ve doğru’nun birbirlerinden hiç ayrılmadığını görürüz. Bu, bizim geleneğimizde akl-ı selim, kalb-i selim, zevk-i selim kavramlarıyla formüle edilmiş ve bütünlük ortaya konulmaya çalışılmıştır. Fakat Batı, bu üç unsuru ayrıştırmaya, parçalamaya dayalı bir medeniyet anlayışına sahip. Batı’nın bu anlayışının bir adım sonrası, iyi’nin, doğru’nun ve güzel’in araçsallaştırılmasıdır. Bizler de belki çoğu zaman farkında olmadan Batı’nın bu araçsallaştırmasına katkı veriyoruz. Bugün İslam Medeniyeti’nin iyi-doğru-güzel’le örülü bütünlüklü anlayışının yeniden insanlığa sunulması, ilmî ve fikrî proje olarak hâlâ önümüzde durmaktadır.”

2 gün boyunca 27 oturumda ülkemizden ve dünyadan 100’ü aşkın akademisyenin katkı verip tebliğ sunduğu İslam’da Medeniyet Bilimleri Tarihi Sempozyumu’nda sunulan tüm tebliğlerin yakın bir zamanda kitaplaştırılması planlanıyor.

Fotoğraflar