Yükleniyor, lütfen bekleyiniz.

'Dünyayı Aydınlatan Kadınlar', İbn Haldun Üniversitesi’de Anıldı

11.03.2018
'Dünyayı Aydınlatan Kadınlar', İbn Haldun Üniversitesi’de Anıldı
8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle “Dünyayı Aydınlatan Kadınlar” temalı bir panel düzenledi.

İbn Haldun Üniversitesi 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle “Dünyayı Aydınlatan Kadınlar” temalı bir panel düzenledi. Panele İbn Haldun Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Suraiya Faroqhi, Dr. Öğr. Üyesi Emine Hoşoğlu Doğan, Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü öğretim üyesi Dr. Öğr. Üyesi Duygu Dinçer ve Diller Okulu İngilizce okutmanlarından Aleksandra Halchenko katıldı. 

İbn Haldun Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Suraiya Faroqhi, Türkiye tarihinde yaşadıkları sıkıntılara rağmen çok sayıda başarıya imza atmış kadın akademisyen olduğunu söyledi. Güney Amerikalı aristokrat Simon de Bolivar’ın “We are the second sex” şeklindeki sözlerine dikkat çeken Prof. Faroqhi, kadınların erkeklerin başarısının yarısını alabilmek için onların performansının iki mislini göstermeleri gerektiğini, bunun en az iki üç nesil için daha geçerli olduğunu belirtti. Türkiye’de bilim kadını olma şansının 1923’ten sonra yakalandığını ifade eden Prof. Faroqhi, Süreyya Ağaoğlu’nun eğitim hayatında yaşadığı zorluklara değindi. Prof. Faroqhi, “İstanbul Üniversitesi’ne giren ilk insanlardan biri Süreyya Ağaoğlu. Hatıratında anlatıyor; kadınlara yönelik üniversite açıldığında, okumayı çok istediği Hukuk Fakültesi’ne başvuru yapmak için gitmiş. Ona, kadınlar için ayrı sınıf ayrıldığı ve Hukuk Bölümü olmadığı söylenmiş. Bir kişi için sınıf açamayız, yanınıza iki kişi daha bulun öyle sınıf açalım demişler. Bu şartlar altında okumaya başlamış Süreyya Ağaoğlu. Kariyerlerine 30’lu yıllarda başlayan, 1916 yılından 1949 yılına kadar doğmuş kadınlar bunlar.” diye konuştu. Prof. Faroqhi, 40’lı yıllarda doğmuş olup, cumhuriyetin torunları diye nitelendirdiği kadın akademisyenlerin hayat hikayelerini anlattı. Prof. Faroqhi, “Hale Çambeli Karatepe’yi keşfetmiş, Hititler ve Etiler konusunda söz sahibi bir arkeolog. Bugünkü toplum için de faydalı olması gerektiğini düşünmüş ve ‘açık hava müzesi yapalım, yerliler için iş imkânları çıksın’ fikrini geliştirmiş. Burası günümüzde de insanlara açıktır.” dedi.

"Arkeoloji, Sanat Tarihi ve Edebiyat kadınlara uygun görülmüş"

Prof. Faroqhi söz konusu dönemde sanat tarihi ve arkeoloji bölümlerinin kadınların yükselmesine nispeten açık olan bölümler olduğunu söyledi. Prof. Faroqhi, “40’lı ve daha sonraki yıllarda tarih, arkeoloji, sanat tarihi ve az da olsa edebiyat eğitimi almış kadınlar var. Nurhan Atasoy mesela, Gülnur Necipoğlu, Günsel Renda var. Bunlar, bu alanlarda başarılı kadınlar. O zaman şunu görüyoruz; sanat tarihi ve arkeoloji, kadınların yükselmesine nispeten açık olan bölümler. Oysa Osmanlı tarihinde çok az insan var bu şekilde. Mesela Mübehat Kütükoğlu, Huri İslamoğlu. Diğerleri daha sonra doğmuş olanlar. Arkeoloji ve sanat tarihi, kapılarını daha önce açmış kadına. Bu şu demek; babam bana ‘Sen eski dallara girmemelisin, çünkü erkekler o dalları tutmuş ve senin oraya girmene izin vermeyecekler. Yeni dallara gir, orası yeni olduğu için bir geleneği de yoktur, bu nedenle kadının yükselmesi daha kolaydır’ demişti.’ şeklinde konuştu. İbn Haldun Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Dr. Öğr. Üyesi Emine Hoşoğlu Doğan ise, Osmanlı döneminde başarılı olan kadınları ve başarılı oldukları alanları anlattı. Dr. Öğr. Üyesi Doğan, Osmanlı kadınlarının genelde tarihsel aktörler olarak, 70’ler ve 80’lerdeki akademik çalışmalar sonucu ortaya çıkmaya başladığını söyledi. Osmanlı kadınlarının kendi dönemlerinde aktör ve özne olarak var olduklarına dikkat çeken Doğan, ancak bu isimleri ortaya çıkaracak çalışmaların ancak 1990'lardan sonra yapılabildiğini belirtti. "1990'larda Osmanlı kadınına olan ilgiyle beraber, kadın hareketi keşfedildi" diye konuşan Doğan, "Osmanlının son döneminde yazarlarımız, aktivistlerimiz, entellektüellerimiz, tercümanlarımız varmış. Bu kişiler haklardan ve özgürlüklerden bahsetmişler. Bundan bir kadın hareketi olarak bahsedebiliriz" yorumları yapıldığını kaydetti. Dr. Öğr. Üyesi Doğan "bunun geç kalınmış bir keşif" olduğunu vurgulayarak, bu şekilde Halide Edip ve Fatma Aliye gibi bilinen yazarların ortaya çıktığını anlattı. Doğan, "Bu sanki bir saha keşfiydi. Büyük simalar dediğimiz bu isimler edebiyata ve tarihe kazandırıldı." dedi. Doğan, 19. yüzyılda yaşanan modernleşme hareketiyle birlikte Osmanlı döneminde kadınlar için eğitim alanının daha da açıldığını ve kamusal alanda eğitim görmek isteyen bir söylem geliştiğini vurguladı. Doğan, "Kadın yazarlar işte burada sahaya girmiş oldular ve yazmaya başladılar, dergiler çıkardılar. Yalnız yazarlık meslek olarak algılanmadı." ifadelerini kullandı. 

Osmanlı döneminde kadınlar için yazarlık neydi?

Dr. Öğr. Üyesi Doğan Osmanlı döneminde bir algı olarak kadınlar sürekli yazmasının iki şekilde problemli görüldüğünü belirterek, "Bu o dönemde sadece Osmanlı'da değil, Çin'den Avrupa'ya kadar genel bir söylemdi, genel bir algıydı" diye konuştu. Osmanlı döneminde kadınların sürekli olarak yazmasının öncelikle "mahremiyetin ihlali" olarak algılandığına dikkat çeken Doğan, "Özellikle iffetli kadınların hislerini, duygularını, düşüncelerini kendilerine saklamaları gerektiği, kamusal alanda bunları neşretmemeleri gerektiği düşüncesi nedeniyle, yazan kadın çok güvenilmeyen kadın olarak görülüyordu" dedi. Osmanlı döneminde kadınların yazmasının önünde ortaya çıkan ikinci engelin ise "bu eylemin erkek kimliğine geçiş olarak algılanması" olduğunu vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Doğan, "Yazar kadın, kendi toplumsal kimliğini biraz aşmış ya da değiştirmiş olarak görülüyordu. Hatta erkek kimliğine bir tehdit olarak algılanmaktaydı" ifadelerini kullandı. Dr. Öğr. Üyesi Doğan, Osmanlı döneminde kadın yazarların toplumsal cinsiyetlerinin her zaman bir unsur olarak varlığını sürdürdüğünü belirterek, "Onların eserleri değerli mi diye düşünülmüyor, kadın oldukları için toplumsal cinsiyetleri her türlü faaliyetlerini ve eserlerini şekillendirdiği için bu göz önünde bulundurularak araştırma yapılmalı. O dönem marjinalize edilen kadınların ana akıma dahil edilmesi için araştırmalar yapılmalı" diye konuştu. 

“Kadın-erkek mücadelesi, insanlık var olduğu sürece yaşanacak"

İbn Haldun Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü öğretim üyesi Dr. Öğr. Üyesi Duygu Dinçer ise, konuşması sırasında felsefe ve psikolojiden yükselen farklı kadın seslerini Simone De Beauvoir, Martha Nussbaum, Luce Iragaray, Carol Gilligan ve Susan Fiske'in görüşlerine yer vererek açıkladı. Simone De Beauvoir'un bakış açısıyla konuşmasına başlayan Dr. Öğr. Üyesi Dinçer bahsi geçen düşünüre göre kadınla erkek arasındaki yarışma ve üstünlük mücadelesinin eskilerden beri var olan ve insanlık var olduğu sürece devam edecek olan bir mesele olduğunu ifade etti. Daha sonra Carol Gilligan'ın görüşlerine yer veren Dr. Öğr. Üyesi Dinçer, onun "Kadın susmaya koşullanır. Oysa bir sese sahip olmak insan olmak, söyleyecek sözünüzün olması ise kişi olmak demektir. Konuşmak, dinlemek, işitmek ilişki kurmak; sesten vazgeçmek ise insan olmaktan, ilişkiden vazgeçmek demektir.” sözlerini aktararak sesin insan varoluşu ve kadın varoluşu açısından önemine değindi. Kadınların kendilerini ilişkileri üzerinden tanımladıklarına dikkat çeken Dinçer, Amerika Birleşik Devletleri’nde Gilligan tarafından yapılan araştırmaların sonuçlarından söz etti: “Amerika’da kürtaj yasallaşmaya başladığında kadınlarda inanılmaz bir iç ses hakim olur. Kendilerini, bir yaşamın ya da ölümün sorumluluğunu alma ve bu yönde bir seçim yapmanın eşiğinde bulurlar. Daha önce böyle bir kararı tek başına karar vermemiş olan kadınlar bu ağır sorumlulukla kendilerini baş başa bulurlar ve içlerinden yükselen bambaşka seslerin farkına varmaya başlarlar. Bu ses, içten içe onlara ilişkilerde aslında hep başkaları merkezli hareket ettiklerini, yakın çevrelerine gösterdikleri ihtimamı kendilerine göstermediklerini, ilişki ağında kendilerini ve ihtiyaçlarını ihmal ettiklerini fısıldar."

"Kadınlar beyin fonksiyonları açısından erkeklerden daha yaratıcı"

Panelde konuşan Dil Okulu İngilizce okutmanlarından Aleksandra Halchenko ise kadın beyninde, erkek beynine göre daha gelişmiş yarım küreler olduğunu belirtti. Beynin sağ bölümünün duyguları ve yaratıcılığı oluşturduğunu bunun da kadının erkeğe göre daha yaratıcı olmasını sağladığını söyledi. Bu durumun kadınların özellikle edebiyat ve şiir alanında başarılı örnekler vermelerinin yolunu açtığını belirten Halchenko, kadınlara ilişkin acı bir gerçeğe dikkat çekti: "Dünyada her doksan dakikada bir kadın, doğum yaparken ya da doğumdan kaynaklanan sorunlar nedeniyle hayatını kaybediyor. Lütfen onları kurtarmak için çok daha fazla çalışalım."

Fotoğraflar