İbn Haldun Üniversitesi, “fikrî bağımsızlık” hedefi doğrultusunda, sosyal bilimlerde mevcut hakim paradigmaya mahkum olmamak adına yürüttüğü çalışmalarına bir yenisini daha ekledi. Teorisinden pratiğine eğitimin yeniden sahih bir varlık anlayışı, doğru bir bilgi yöntemi ve geçerli bir metodolojiye kavuşmasını sağlamak amacıyla kurulan İbn Haldun Üniversitesi Müfredat Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi, klasik ilmî birikimimizden hareketle sadece ülkemize değil, tüm dünyaya hitap edecek özgün ve evrensel nitelikte yeni bir müfredat ve eğitim programı geliştirmeye dönük çalışmalarına hız verdi.
Bu çerçevede öncelikle yapılması gerekenin yeni bir eğitim felsefesi, yeni bir ontoloji kurulması olmasından hareketle, Müfredat Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü, Eğitim Bilimleri Fakültesi Dekanı ve İbn Haldun Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Yüksel Özden’in başkanlığında düzenlenen Müfredat Çalışmaları Çalıştay ve Toplantılarının yedincisi, 18 Eylül Çarşamba günü Süleymaniye Yerleşkemizde gerçekleştirildi.
Müfredat Toplantı ve Çalıştaylarının anlamı, önemi ve hedeflerine dair görüşlerini aldığımız Prof. Dr. Yüksel Özden, eğitimin, insanın, toplumun ve milletin inşasında en etkili süreç olduğunu kaydederek şu değerlendirmelerde bulundu: “Doğu’da ve Batı’da her ülke kendi toplumunu inşa etmek, milli şuuru oluşturmak için okullara önemli görevler yüklemiştir. Ne var ki, Tanzimat’tan beri ülkemizde uygulanan eğitim anlayışı bizi köklerimizden koparmak ve başka bir yörüngeye oturtmak üzere kurgulanmıştır. İlkokuldan üniversiteye kadar her kademedeki eğitim programı geçmişle irtibatımızı kesmeye, değerlerimizi yok etmeye ve bu yolla bizi Batı’nın uydusu yapmaya yönelik kurgulanmıştır. Bu durum, medeniyetimizin bütünlüğünü bozmuş, sürekliliğini inkıtaa uğratmıştır.” Bugün Türkiye’nin, bölgesinde ve dünyada gündem belirleyen bir ülke konumuna geldiğini kaydeden Prof. Özden, daha önce aşılamayacağı varsayılan-okul, yol, hastane gibi- altyapı sorunları hızla çözülünce, özgüveni artan insanımızın, daha büyük ve güçlü bir Türkiye için zihinsel dönüşümün de mümkün olabileceğine inanmaya başladığını belirterek, “Herhangi bir ülke öne çıkmak, dünyanın en güçlüleri sırasında olmak istiyorsa bu, sadece daha iyi bir eğitim sistemi sayesinde mümkündür; bunun için Batı’yı taklit etmek veya geriye (Osmanlı eğitim geleneğine) dönmek değil, Batı'dan daha üstün ve çağdaş, zamanın taleplerine uygun bir eğitim sistemi oluşturulması hedeflenmelidir. Geçmiş bin yılda insanlığa parlak dönemler yaşatan medeniyetimizin yeniden ihya ve inşası doğrultusunda atılan adımlar coğrafyamızda büyük bir heyecan uyandırmıştır. Bu vizyonun gerçekleşmesi ise ancak kendi medeniyet kodlarımız üzerine inşa edilecek bir eğitim anlayışıyla mümkün olacaktır.” dedi.
Kendi felsefesi, varlık anlayışı, bilgi, yöntem, ahlak ve bunun üzerinde kurulmuş milli eğitim sistemi olmadan hiçbir milletin bağımsız bilim ve eğitim stratejisi oluşturamayacağını, ayrıca yeniden ilimler tasnifi yapmadan eğitim sistemi reformunun hayata geçirilemeyeceğini kaydeden Prof. Özden, sözlerine şöyle devam etti: “Bu temel sorunları görmezden gelerek eğitim üzerine konuşma imkânsızdır. İslam düşünce geleneğinin yanında farklı düşünce geleneklerini kendi düşünce geleneklerimizin kodları içinde temellük ederek günümüzün koşullarına uygun bir eğitim sistemi oluşturabiliriz. Bu tarihi bir karşılaşmadır. Biz bu karşılaşmayı yapmak zorundayız. Sahih bir varlık düşüncesi, doğru bir bilgi anlayışı, geçerli bir yöntem ortaya konulmalıdır. Bu çaba tarihîdir. Bunun için modern Türk eğitim felsefesi oluşturulmalı ve bu felsefe yeni Türk eğitim anlayışının temelini oluşturmalıdır.” İbn Haldun Üniversitesi Müfredat Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin misyon ve vizyonuna dair de açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Yüksel Özden, en başta yapılması gerekenin öncelikle yeni bir eğitim felsefesi inşası olduğunu kaydederek şu açıklamalarda bulundu: “Müfredat çalışmaları, yeni bir ontolojinin kurulması, yeniden bir ilimler tasnifi yapmak gibi çok önemli ön çalışmaları yapmayı zorunlu kılıyor. Zira bugüne kadar yaptığımız çalışmalarda gördüğümüz asıl eksiklik, bir eğitim felsefesine sahip olmayışımızdır. Bu sebeple Müfredat Geliştirme ve Eğitim Felsefesi Çalıştaylarımızı çok kıymetli ve değerli adımlar olarak görüyoruz. Eğitim Felsefesi ve Müfredat Çalıştaylarımızda, müfredatın temel kavramları, yeni bir ilimler tasnifi ve yeni bir ontoloji kurmayı hedefliyoruz. Şu anda eğitim felsefesinin yedinci çalıştayını, müfredat geliştirme çalışmalarımızın da beşinci çalıştayını geride bıraktık ve ortaya birçok üretim çıktı. Bu durum bizi her geçen gün hem heyecanlandırıyor hem de çalışma azmimizi artırıyor. Çalıştaylarımızı bitirmeyi ve hedeflerimize kısa zamanda ulaşmayı umut ediyoruz.”
Müfredat Çalıştaylarının yedincisinde Prof. Dr. Ömer Türker, “Yeni Bir Ontoloji Denemesi” başlıklı konuşmasında, “varlığı nasıl kavrayabiliriz sorusuna bugün nasıl cevap verebiliriz” konusunda ufuk açıcı bir sunum yaptı. Prof. Türker sunumunda idrak ve anlam ilişkisi, varlığın bilgiye konu olma şartları, tasavvur ve tasdik ayrımı gibi önemli hususlar üzerinde durarak, mevcut hâkim Batı-merkezci bakış açılarının aksine, eğitim meselesinde nasıl ontolojik bir perspektif oluşturabileceğimize dair konuştu. Konuya giriş mahiyetindeki bu sunumun ardından müzakere bölümüne geçildi ve sunumda öne sürülen fikirler, katılımcılar tarafından kapsamlı bir şekilde tartışıldı.
Prof. Dr. Yüksel Özden, Prof. Dr. Tahsin Görgün, Prof. Dr. Ömer Türker, Prof. Dr. Ahmet Ayhan Çitil, Dr. Öğretim Üyesi İbrahim Halil Üçer ve Celalettin Duran’ın daimi katılımcı olduğu ve tartışılan konuya göre farklı alanlarda söz sahibi isimlerin de katkı verdiği Müfredat Çalışmaları Çalıştay ve Toplantıları’nın ilki, 6- 8 Haziran 2017 tarihlerinde “Eğitim Düşüncemizin İhyası ve İnşası” başlığıyla yapılmış ve iki gün boyunca bu bağlamda birçok konu ele alınmıştı. İlerleyen süreçte bu toplantılarda, her biri alanında yetkin katılımcıların sunumlarıyla “Kapsamlı Bir Eğitim Programı İçin Klasik Ontolojinin Geliştirilme İmkânları”, “İlimler Tasnifi ve Mevcut Eğitim Müfredatının Ontolojik Arka Planı”, “Klasik ve Modern Ontolojilerin Mantığı”, “Eğitim Felsefesinin İlkeleri ve Temel Kavramları” hususları tartışılmıştı.
Geçtiğimiz günlerde 7. kez düzenlenen Müfredat Çalışmaları Çalıştay ve Toplantıları’nda genel olarak, günümüzde “müfredat geliştirme” adı altında uygulanmaya çalışılan sığ ve derinliksiz çalışmaların aksine; farklılıkları eşitleyerek standart bir “dünya vatandaşı” yetiştirmeyi hedefleyen uluslararası bakalorya sistemlerinin ve “yapılandırmacılık” gibi bugün cari olan perspektiflerin nasıl eleştirilebileceği, nasıl üstesinden gelinebileceği üzerinde duruluyor. Ayrıca oluşturulmaya çalışılan ontolojik perspektife göre bilimlere, ahlak ve siyaset alanlarına bakma, sosyal bilimlerde paradigma değişikliğini mümkün kılma olanakları da tartışılıyor. İslam medeniyet birikiminin sunduğu tüm imkânlardan faydalanarak bu perspektifin nasıl savunulacağı, ne denli ince bir şekilde işleneceği ve bugün cari olan tartışmalarla bunun nasıl uyumlu hale getirilebileceği de, toplantılarda ele alınan bir diğer husus… Eğitimden sosyal bilimlerin her alanına uzanan bu uzun soluklu yolculukta, ana sınıfından yüksek öğretime kesintisiz bir şekilde devam eden pratik çıktılar da elde edilmesi hedefleniyor. Müfredat Çalıştay ve Toplantılarının sekizincisi, Kasım ayında yine Prof. Dr. Ömer Türker’in sunumu ve sunum üzerine yapılacak müzakerelerle devam edecek.
Müfredat Çalıştay ve Toplantıları’nın nasıl bir derdin ürünü olduğu, önemi, neye tekabül ettiği, neyi hedeflendiği noktasında, bu toplantıların daimî katılımcılarından Prof. Dr. A. Ayhan Çitil ve Prof. Dr. Tahsin Görgün’ün görüşlerini aldık. Prof. Dr. A. Ayhan Çitil, ülkemize de sirayet eden ve derli toplu uygulayamadığımızı belirttiği Batı tipi eğitim sisteminin, Batı’da gelişen ontolojik, metafizik perspektiflerdeki arka planı var saydığını belirterek şunları söyledi: “Küçük bir örnek vereyim: Kant’ın çok büyük etkisi var Batı metafiziğinin oluşumuna, eleştirisine vs. O, geleceğe açık bir varlık anlayışı sunuyor ve diyor ki aslında bilim gelişmeye açıktır, nihai, kendinde bir varlık alanı yoktur, biz kendi inşa ettiğimiz ampirik kavramlarla gerçekliğe yakınsamaya çalışırız ki bu çaba anlamlıdır. İkincisi, ahlaki açıdan da diyor ki mesela, ahlaken biz insanların içinde amaç olarak gözetildiği bir toplumu kurmak üzere, ahlaki ahdimiz üzerinden kendimizi var kılarız. Kant sadece bir örnek, çok daha farklı yaklaşımlar da var. Şimdi bu perspektifler üzerinden kurgulanan bir dünya görüşü, beraberinde de bir eğitim anlayışı getiriyor. Örneğin uluslararası bakalorya sistemleri… Bunların arka planlarında hakikaten belli bir medeniyet perspektifi, düşünüş perspektifi var. Bizim en iyi öğrencilerimizi o programlara dahil ediyoruz, bu programlardan geçerek bir şekilde iyi yetişiyorlar ama ‘bu ülke’nin insanı olmaktan çıkıp farklı bir düzeye geçerek, neticede kapitalizmle vs. entegre olabilen bir tür ‘dünya vatandaşı’ oluyorlar. Siz de çocuklara bunları doğru olarak, iyi olarak öğretiyorsunuz ve ona göre yolunuza devam ediyorsunuz. Fakat bu, ilk bakışta güzel gibi duruyor ama tüm insanlığı kuşatacak bir yaklaşım da değil… Mesela biz kendimizi böyle bir perspektif içinde rahat hissedemiyoruz. Örneğin son toplantıda Ömer Hocanın sunumunda bahsettiği perspektif, biraz daha kendindeliğe, biraz daha sabit anlamlara izin veren ontoloji; bize, kalbimize daha yakın geliyor.” Farklı anlayışların oluşturduğu, o ontolojik arka planın yer aldığı bir eğitim sistemi, çok farklı akaide sahip bir ülke ve gelenek içinde uygulandığında bunun çok değişik sonuçlarının ortaya çıktığını belirten Prof. Çitil, “Bu sonuçlardan en hafifi mesela, kendi kültürüne ve geleneğine yabancılaşmış bir insan tipinin çıkması” değerlendirmesinde bulundu. Öte yandan bu tip bir eğitime muhalefet eden, biraz daha farklı bir eğitim sistemini kurmaya-uygulamaya çalışan yapıların varlığından da söz eden Prof. Çitil, onların da bambaşka bir insan tipi çıkardığını, toplumumuzun neredeyse ortadan yarılmış, şizoid bir görünüm sergilediğini sözlerine ekledi.
Peki, bu konuda “bu ülke”nin sorumluluğunu taşıyanlara hangi ödevler düşüyor? Prof. Ayhan Çitil, bu konuda şu açıklamalarda bulundu: “Hem bugün bilimlerin, siyasi-ahlaki tartışmaların geldiği nokta ile irtibatlı, dünya ile ilişki içerisinde ama ‘kendisi’ olarak bu tartışmalara katılabilecek, var olabilecek bir insan tipi, nasıl bir eğitim sisteminden çıkar, nihayetinde biz onu oluşturmaya çalışıyoruz. Bunun için öncelikle, demin bahsettiğim ontoloji anlayışlarıyla hesaplaşmamız, yüzleşmemiz gerekiyor. Bunu yapmamız lazım ki sonunda ‘biz nasıl bir insan tipi istiyoruz’, ‘insanlara nasıl değerler kazandırmak istiyoruz’, ‘insanlar bu dünyada kendilerini ne şekilde konumlandırsınlar istiyoruz’ ve benzeri sorulara bir cevap verebilelim. Soruları bu derinlikte ele almadığımız takdirde, eğitimle ilgili söylenen-uygulanan şeyler çok sathî kalıyor. Biz, “bu tip nitelikli bir eğitimi, onları kaybetmeden, bir anlamda ‘ruhları devşirilmeden’, onlara verebilir miyiz” sorusunun peşindeyiz. Aynı şekilde biz bir bakıma şunu da demeye çalışıyoruz: Bizim perspektifimiz evrensel bir perspektif. Biz, bir felsefeci olarak söylüyorum bunu, asıl işimizi zamanında yapmadığımız için, o evrensel perspektifi bir söyleme dönüştürüp anlatamadığımız için de hakikaten bütün o tartışmalardan dışlanmış hissediyoruz kendimizi. Biz yereli korumaya çalışmıyoruz; insan olarak iyi olacak, evrensel olacak olanın nüvesinin bizde mevcut olduğuna inanmasak, bu meselelerle zaten uğraşmayız. Bu toplantılardan öyle bir şey çıkarmaya çalışıyoruz ki, hakikaten evrensel olsun, sadece Müslümanlar da değil, tüm dünyada insanlar böyle bir eğitim sisteminin daha iyi, daha yararlı olacağına, bunun içindeki perspektifin insanlığın daha hayrına olacağını düşünsün. Bu, bizim çok uzun süredir yapmadığımız birtakım yüzleşmeleri gerçekleştirmemizi ve bazı sorularla muhatap olmamızı gerektiriyor. Şu an yapmaya çalıştığımız şey de o… Dolayısıyla hemen bugünden yarına olacak, projelendirilecek bir şeyden bahsetmiyoruz burada. Ayrıca bu herhangi döneme, herhangi bir hükümete vs. bağlı olan bir şey de değil; biz bunu zaten yapmak zorundayız.”
Müfredat Çalıştay ve Toplantıları’nın, eğitim alanında hakiki sorularla yüzleşmenin ve arayış içine girmenin vaktinin belki de ancak şimdi geldiğini vurgulayan Prof. Çitil, konu hakkında şu değerlendirmelerde bulundu: “Düzenlediğimiz bu toplantılara katılan ve bundan sonraki süreçte davet edilecek hocalar, belki de modernliğin bizi biraz ezmesinden sonra çok uzun bir süre boyunca göremediğimiz, hem Batı’yı hem Doğu’yu ve İslam dünyasını tanıyan ilk akademisyenler aslında. Demek istediğim, öyle bir noktadayız ki biz ilk defa hakikaten kendimiz olarak, kendimizi tanıyarak, o geliştirilen çağdaş felsefe metinlerini, deyim yerindeyse (İbrahim Halil Üçer Hoca’nın tabiriyle) bize çarpan kamyonun plakasını tam olarak okuyabilen insanlarız. Daha iyi ve derinden anlayabiliyoruz. Bizden öncekiler bunu yapmamış/yapamamış diyoruz ama bunu yapamamaları da anlaşılır bir şey. Hem derinliğinizi bileceksiniz hem Batı’yı çok iyi bileceksiniz hem de ‘bu nasıl aşılır’la ilgili fikir üreteceksiniz; belki de ancak şimdi, bugün, hakikaten bunun zamanıdır…”
Eğitim meselesinin insanlığın ayırıcı hususiyeti olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Tahsin Görgün ise, söz konusu faaliyetin de esas itibariyle insanların varlıkla irtibatını, hayatlarında ne varsa onlarla irtibatını makul bir şekilde düzenlemek ve bu konuda insanların bir yetkinliğe ulaşmasını sağlamak olduğunu hatırlatarak şunları söyledi: “Bunun için de öncelikle farkında olunması gereken şey, insanın irtibat halinde olduğu şeylerle, yani varlığın, mevcudatın ne olduğu sorusunu, tekrar tekrar her dönemde ortaya koymak… Dolayısıyla varlık meselesiyle yüzleşmek bir ontoloji demek… Ontoloji olmadığı vakit, yani varlıkla alakalı sorularda bir zihin açıklığı olmazsa, var olan şeylerin bilinmesi anlamında o epistemoloji, bilgiyle alakalı soruları anlamlı bir şekilde ortaya koymak mümkün değil. Bilgiyle ilgili meseleleri düzgün bir şekilde ortaya koymadığınız vakit, yöntem ve bir sistem anlamında ilimle, ilimlerle irtibat kurma imkanı olmaz.
İlimlerle irtibatı kurduğunuz vakit, o zaman ilimleri tasnif etmek, bu çerçevede de günümüzde hangi bilgilere, ilimlere ne kadar ihtiyaç var sorusunu cevaplama imkanı ortaya çıkıyor.” Türkiye’de bugün eğitimle ilgili yaşadığımız meseleleri kalıcı bir perspektiften halletmek istiyorsak, bunun kademe kademe, adım adım, önce varlık meselesinden bilgi meselesine, bilim meselesine, bilim tasnifi meselesine ve bu memlekette yaşayan insanların hayatlarının hangi aşamasında ne kadar neyle irtibat kuracağını gerçekçi bir şekilde tespit etme gayretine bağlı olduğunu belirten Prof. Görgün, “Bütün bunları yapabilirsek şayet, o zaman sadece Türkiye’de değil, tüm Müslümanların ve tüm insanların hayatında, onların geleceğiyle alakalı, gelecekteki belki bin yılı ilgilendirecek şekilde, temel eğitim meselesi konusunda bir perspektif oluşturma imkanı ortaya çıkacak.” diye konuştu.